Erdoğan’ın tek başına bu kadar karar veremeyeceğini “Savaşı Saray yürütüyor ama dayandığı ittifaklar var. Devlet içindeki bir kesimle ortak amaçlarda birleşti” tespitiyle izah eden Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, Türk devletine seslendi: “Türkiye’deki demokrasi sorununu ve Kürt sorununu diyalogla çözerseniz ne ala! İşte bakın Kolombiya’da, 50 küsur yıldır yürütülen savaşta şimdi uzlaşmaya gittiler. Siz de gelirseniz Önderlik size bunun yolunu açtı. Gelmezseniz savaşırız ama savaşta biz değil, siz yenilirsiniz.”

 

Murat Karayılan, yeniden başlayan savaşın gelişimini; askeri ve siyasi durum ile tarafların konumunu örnekleriyle anlattı. Karayılan’ın sorularımıza yanıtları şöyle:

 

Türk devleti, bu çatışma döneminde savaş uçakları ve helikopterleri ile insansız hava araçlarını Kuzey sahasında oldukça yoğun kullanıyor. Güvenlik bölgesi adı altında rahat harekat alanı da açıyor. Gerilla, bu durumu aşabiliyor mu?

Öncelikle tüm İslam Alemi’nin ve Kürdistan halkının Kurban Bayramı’nı kutluyorum. Özellikle tüm şehit annelerinin bayramlarını kutluyor, bütün kahraman şehitlerimizi bu mübarek gün vesilesiyle bir kez daha anıyorum. Halkımızın ve şehit ailelerimizin bayram günleri boyunca şehitliklerimizi ziyaret etmesi, dua okuması ve şehitlerimizi anması çok anlamlıdır. Hareket ve halk olarak bugünlere gelmemizi şehitlerimize borçluyuz. Onların anısına bağlılık bizleri nihai zafere taşıyacaktır. 

Şimdi sorunuza gelecek olursam; Türk devletinin Kürdistan’da bir çok alanı 'güvenlik bölgesi' adı altında sivil yaşama yasaklaması aslında zayıflığının bir göstergesidir. Doğru; bu 'güvenlik bölgesi' olarak ilan ettiği yerlerde kendine rahat hareket etme alanı açıyor ama esas olarak oralara giremediği ve operasyon yapamadığı için, sivil insanlara yasaklamak suretiyle keşif uçakları aracılığıyla oradaki hareketi tespit etme, uçaklar, tank ve toplarla vurma amacını taşıyor. Bazı yerlere ise kendisi gidemediği için halkın da gitmesini istemiyor, halkın gerillayla içli dışlı olmasını engellemeye çalışıyor. Bu tür yerlerde yolları kendisi değil gerilla denetlediği için oraları 'güvenlik bölgesi' ilan ediyor. Yani güvenlik bölgelerini, gerillanın hareket alanını daraltırken kendi alanlarını genişletmek amacıyla değil, aslında zayıflıklarının bir sonucu olarak orayı sivil halka yasaklamak veya teknikle, uçakla, tank-topla oralara atış yapabilmek için ilan ediyor. Çok sınırlı bazı yerlerde kara operasyonu denemesi de yaptılar. Ancak oralarda da aynı şekilde herhangi bir sonuç alamadılar.

Şimdi bir gerçek var. Bu gerçeği Türk devleti ve AKP yönetimi ısrarlı bir biçimde Türkiye kamuoyundan gizlemektedir.

 

Hangi gerçeği Türkiye kamuoyundan gizliyor?

Esasında 2012’nin başından bu yana Kürdistan’ın bir çok bölgesi gerillanın denetim alanı durumundadır. Hele hele bu son gelişen saldırılarla birlikte gerilla bir çok alanı denetimi altına almıştır. Şu an Hakkari arazisinin yüzde 80’i kesinlikle gerillanın kontrolü altındadır. Buralara Türk devleti giremez. Şırnak arazisi de benzerdir. Hakeza Dersim öyledir. Amed’in ve Garzan’ın önemli bir kesimi öyledir. Serhat bölgesi yine öyledir. Yani ordu-devlet buralara giremez; buralar gerilla sahasıdır. Şimdi Zagros dediğimiz Hakkari’de ana yolların da bir çoğu gerillanın denetimindedir. Örneğin 10 Ağustos’tan bu yana Hakkari-Çukurca yolu gerillanın kontrolü altındadır. Yine Gever’den Oramar’a (Dağlıca) gelen iki ayrı yol gerillanın denetimindedir. Amed-Bingöl yolu çoğunlukla gerillanın denetimindedir. Amed, Muş, Bingöl ve Bitlis’e bağlı kazaların yolları çoğu zaman gerillanın denetimindedir. Günlerce gerilla oralarda kontrol yapıyor. Dersim-Erzincan yolu 17 Ağustos’tan bu yana gerillanın denetimindedir. Dersim-Ovacık yolu hakeza. 

Şimdi gerilla yeni bir döneme girmiştir; gerilla bölgeleri, kurtarılmış alanlar vardır. 

Bakın, Dağlıca’da bir alaylık asker var; komutanı çatışmada öldürüldü fakat kimse oraya gitmedi. 

 

Neden? 

Bakın, hiçbir Türk devlet yetkilisi Dağlıca’ya gidebiliyor mu? Dağlıca’da bir alaylık asker var; komutanı çatışmada öldürüldü fakat kimse oraya gitmedi. Neden? Çünkü, Dağlıca hem karadan hem de havadan gerillanın kuşatması altındadır; hiç kimse oraya giremez. Zaten bu gerçekleri kamuoyundan gizledikleri için buralarda yaşanan çatışmaları da çoğunlukla kamuoyundan gizliyorlar, yansıtmıyorlar. Şimdi Oramar’da vurulan askerlerin 16’sını kamuoyuna açıkladılar; neymiş efendim, uzaktan kumandalı tuzakla yapılmışmış. ‘Hain tuzak’ diye başlık attılar. Orada yaşanan olay yalnızca bir mayının patlaması olayı değildir. Orada 5 gün boyunca kara çatışması oldu; geniş bir alanda cephe çatışması biçiminde savaş yaşandı; sonuç olarak Türk ordusu ilerleyemedi. Ordu, Gever’den gelen cepheden Oramar’a doğru, daha Şitazin’a varmadan Doskî Vadisi’nde ilerleyemeyip tıkanınca kayıp vermeye başladı. Oramar’daki komutan, ‘gerilla güçleri hep ön cepheden çatışıyor, o zaman biz kuşatmayı arkadan delelim’ diyerek, biraz da yiğitlik taslayarak Oramar’dan zırhlı bir konvoyu yola çıkardı. O konvoy gelince arkadaşlarımız mayını devreye koydu. İşte ölen 16 asker bu gruptur. Zaten komutanın kendisi de sonra geliyor, o da vuruluyor.

Bu askerleri oradan hiç ama hiç kimse alamazdı. Siviller gerillanın izniyle cenazeleri alıp devlete teslim etti. Hiç kimse teşekkür bile etmedi. Halen bir cenaze de (Tolga Artuk) gerilla alanında duruyor. Ama bu uzman çavuşun cenaze töreninin yapıldığı basına yansıdı. Halbuki cenazesi burada. En azından üzerinden çıkan evraklar Tolga Artuk’a ait. Biz bunu kamuoyuna da açıkladık ama cenazeye sahip çıkan olmadı. Bazı STK’ler gelirse bu cenazeyi verebiliriz; götürüp ailesine teslim edebilirler ve DNA tespiti yapılabilir. Ama Türk devleti Artuk’un cenaze töreninin yapıldığını basına yansıttı. Demek ki gömülen ya başka birinin cenazesi, ya da boş tabutu gömdüler. Zaten o çatışmada çok sayıda ölü vardı ama sadece kendilerine verdiğimiz 16 kişiyi ilan ettiler.

Kısaca sorunuza cevaben söyleyeceğim; bu güvenlikli alanların gerillayı öyle zorlama gibi bir durumu yok. Gerilla mevcut durumda hakimdir; kendi alanlarını korumaktadır. Yani Türk devleti şimdi gelip Doskî Vadisi’ne ya da Çarçella’ya Cîlo’ya giremez. Girmek için belki de yıllarca çatışması gerekiyor. Şimdi durum bu. Ama bunu kamuoyundan gizlemekteler ve büyük çatışmalarda verdikleri kayıpları da ‘açılan ilk ateşte’ veya ‘hain tuzak’ biçiminde basına yansıtıp propaganda yapıyorlar. Özünde ise yaşanan geniş bir alanda karşılıklı mevzilenme ve çatışma durumudur. Elbette gerilla düz bir savaş yürütmüyor; gerilla kaygan ve hareketli bir savaş yürütüyor. Biz buna ‘Koordineli Gerilla Savaşı’ diyoruz. 

 

Bunu biraz izah etmeniz mümkün mü?

Yani irili-ufaklı bir çok gerilla biriminin, birbiriyle koordineli bir biçimde ve birbirini savunacak tarzda, arazi üzerinde çatışma düzenini aldığı bir savaş biçimidir bu. Dolayısıyla bu yeni bir durum. Burada yaşanan bir kaç grubun çıkıp da bir mayını yola yerleştirmesi durumu değildir. Bunu nereye kadar kamuoyundan gizleyecekler, bilemem. Ancak Kürt basını da bu savaş ortamını çok yansıtamıyor diyebilirim. Kürt basını ağırlıklı olarak Türkiye’deki ana akım basının etkisindedir. Yani adeta bir yerde onların söylemediği şeyi bizim basın da tereddütlü ele alıyor. Bahsettiğim alanlar, gerillanın denetimindedir. Yani gerilla yıllardır oradadır, eğitimini yapıyor, düzenini kurmuş, yerleşmiş, savunma sistemini oluşturmuş. Devlet ise rastgele havan ve top atmak; keşif uçaklarıyla tespit ettiği her canlıyı vurabilmek için bu tür alanlarda güvenlikli bölgeler ilan ediyor. Zaten çoğu zaman ‘gerilladır’ diye hayvanları, özellikle de pezkovîleri (dağ keçisi) görüp vuruyorlar. İşin gerçeği budur.

 

24 Temmuz'da başlayan savaşla birlikte Türk devlet güçlerine yönelik kentlerde geçmişle kıyaslanmayacak yoğunlukta eylemler yapıldı. Bu eylemlerin azalmasında sivil kayıp kaygıları mı etkili oldu, değilse neden azaldı?

Şehirdeki eylemler azaldı mı, azalmadı mı tam bilemiyorum ama ikinci ayını doldurmuş olduğumuz yeni çatışmalı dönemin bilançolarına baktığımızda ikinci aydaki eylem sayısının ilk aya göre yaklaşık 2 kat fazlalaştığını görüyoruz. Güçlerimiz tarafından ilk ayda 191 eylem yapılmışken, ikinci ayda ise 385 eylem yapılmıştır. Bu, eylemlerin belli düzeyde arttığını gösteriyor ama şehir alanlarında bir kaç faktörün değerlendirilmesi gereği vardır: 

* Birincisi; bazı şehirlerde halk öz yönetimini ilan etti; oralarda gençlik mahallelerde denetimini kurdu. Gerilla oralarda fazla eylem yapmamaktadır. Çünkü bu tür yerlerde toplumsal alan güçleri savunma sistemlerini geliştirmişler. Bazen gerilla sınırlı bir biçimde misilleme amaçlı girip çıkabiliyor ama temel eylem alanı olarak kullanmıyor. Çünkü o tür yerlere gerilla da girse karışıklık olur. 

* İkincisi; sizin dediğiniz gibi sivil kayıplar konusunda ciddi bir hassasiyetimiz vardır. Dikkat edin çatışma yoğunluğuna rağmen sivil kayıp sayısı çok azdır; olanların önemli bir kısmını ise polis geliştiriyor. Gerilladan kaynaklı fazla sivil kaybı yoktur. Çünkü şimdi gerilla daha profesyonel davranıp daha fazla dikkat ediyor. Bu yüzden buna da dikkat edilmektedir. 

* Üçüncüsü; biz eylemlerde tekrarı değil, sürekli yenilenme ve değişimi esas alıyoruz. Dolayısıyla bir kısım klasik şehir eylemlerinin tekrar etmemesi gerekir; bunun da etkisi olabilir. 

Mevcut durumda gerilla esasen kırsal alanda hakimiyetini sağlama, kırsal alandan yollara denetim kurma, bir çok yol üzerinde etkisini göstermeyi esas alıyor. Şehirlere de ‘gir-çık’ biçiminde eylem yapıyor. Türk devlet yetkilileri ve bir kısım basın çevreleri sürekli bir biçimde halkı hedef olarak göstermek için, ‘gerilla Cizre’ye, Gever’e veya farklı şehirlere girmiş, oradadır ve devletin de hedeflemesi gerekiyor’ gibi yansıtıyor. Hatta bir ara 280 kişinin Cizre’ye girdiğini belirttiler, sonra ‘30 kişi girmiş, orada gençleri eğitiyor’ dediler. Kısaca bunlar doğru değil; çarpıtmadır; hedef göstermedir. 

Artık Kürt halkı kendini her biçimde savunma sürecine girmiştir. Kürt gençliği artık düzenli bir savunma sistemini geliştirebilme yeteneğindedir. HPG elbette bunu destekliyor ama gidip kendisi bizzat orada konumlanmıyor. HPG böyle bir şeyi düşünmüyor. HPG’nin sahası kırsaldır ancak dediğim gibi halkın mahalleleri korumaya çalıştığı, denetim altına almaya çalıştığı yerlerde gerilla dışarıdan sınırlı eylem yapmak durumunda kalıyor. Fakat en son Beytüşşebap eyleminde olduğu gibi bazı ilçe merkezlerini bir günlüğüne tutup tekrar çıkma biçimindeki eylemleri de düşünebilir. Çünkü artık süreç gelip ona dayanmıştır. Bazen bu türden koordineli gerilla savaşı tarzında kapsamlı eylemlerin de gelişmesi mümkündür. 

 

Erdoğan yönetimindeki Türk devletinin iç çelişki ve çatışmalarını Kürt savaşına yansıtmadıkları, bütüncül durdukları görülüyor. Sizce Türk ordusu hazırlıklı ve gönüllü olarak bu savaşı yürütmüyor mu?

Bence öyle bütüncül bir duruş durumu söz konusu değil. Görünürde öyle olabilir ama bugün Türkiye’deki herkes gibi ordu mensupları da hatta bir kısım polisler de bu savaşın önemli oranda Saray’ın yani Erdoğan’ın dayatmasıyla geliştirildiğini bilmektedir. Dolayısıyla bütüncül bir görüntü olabilir ama özde parçalılık vardır. Bir çok güçte sürece kaygılı yaklaşım vardır. Çünkü mevcut durumda AKP hükümetinin ve bir kısım derin devlet güçlerinin yürüttükleri bu savaş, özünde geçmişin tekrarıdır. Sonuç alınması mümkün değildir. Geçmişte denenen tüm yöntemler zaten sonuç almamış olmasına rağmen bugün o yöntemleri kötü bir biçimde taklit etme vardır. Yöntemlerin aynısını geliştirebilme gücü de kalmamıştır. Yani taklit düzeyi daha geriden seyretmektedir. 

Büyüyen bir güç şiddetle tasfiye edilemez. 2014 yılında Kuzey Kürdistan’dan gerillaya katılım sayısı 5 bindir. Sadece bir parçadan yılda 5 bin yeni gencin katıldığı bir gerilla gücü öldürmekle biter mi? Bitmez. Şimdi Erdoğan beyefendi bizden 2 bini aşkın insanı öldürdüğünü söyleyerek başarılı olduğunu göstermek istiyor. Bir kere her şeyden önce öyle bir rakam söz konusu değildir. Eğer isterseniz birazdan rakam verebilirim. Ancak öyle olsa bile bu biçimde sonuç alması mümkün değildir. Mevcut durumda önceden uyguladıkları yöntemleri daha kötürüm bir tarzla denemeleri söz konusudur. Bundan sonuç almaları ise mümkün değildir. 

Evet; ellerinde yüksek teknoloji var. Keşif uçakları, etkili vuruş yapabilen savaş uçakları, silahlar ve teçhizatlar ellerinde var ama bunun karşısında gerillanın da daha gelişkin ve daha profesyonel bir düzeyi kazanması durumu söz konusudur. Karşılarında 35 yıllık tecrübeye sahip bir gerilla gücü vardır. Onlar bu gerillayı teknolojinin son ürünü uçaklarla veya toplarla hemen gerileteceklerini ve tasfiye edeceklerini sanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Gerillanın yenilmesi mümkün değildir. Artık o eşik aşılmıştır. Kürdistan gerillası yenilmez. Bu eşik aşıldığı için biz artık bu gerillanın zaferi nasıl elde edebileceğini tartışıyoruz. Çünkü kendini üreten, kendini yenileyen ve belli bir askeri performansa ulaşan bir gerilla gücünden bahsediyoruz. İdeolojik kararlılığı bulunan, fedai ruhuyla her türlü zor koşullara ve savaş durumuna hazır bulunan bir yapıdan bahsediyoruz. Dolayısıyla bu yapının herhangi bir biçimde geriletilmesi ya da yenilgiye uğratılması mümkün değildir. Bunun için gerilla artık zaferi elde etmek istiyor. Tabi bunu halkla birlikte yapmayı arzuluyor. İşte bugün Kürdistan halkının şehirlerde gerçekleştirdiği bir direniş süreci de var. Bu da önemli ve tarihsel bir çıkıştır. Bu direnişin artık bir sonuca gitmesi gerekmektedir. Kürdistan’ın o muazzam-engin coğrafyasını yaratıcı bir biçimde kullanabilen ve buradan hareketle kendini güç haline getirebilen bir gerilla gerçeğinden söz ediyoruz. Dolayısıyla hataları olursa belki bazı kayıplar verebilir ama gerilemesi veyahutta tasfiye sürecine girmesi mümkün değildir. Tabi katılımlar süreklileşince bu kayıpların yerleri de doluyor. Ama gerilla da süreci yaratıcı taktiklerle geliştirmezse kendini tekrarı yaşayabilir. Bundan söz edebiliriz. Bu artık gerillanın taktik süreçlere yaratıcı bir biçimde yaklaşmasıyla ilgili bir şeydir. Önder Apo, ’24 saat gerilla’ dedi. Eğer gerilla, ‘24 saat gerilla’ esprisini doğru yakalarsa, yani Önder Apo’nun o bir cümlelik perspektifini yaratıcı bir biçimde uygularsa, yenilmezliği yakalayacağı gibi bir zafer gücü haline gelmesi de kesindir. 

 

Son zamanlarda Türk özel savaş departmanları ürettikleri haberleri hem devletin resmi ajansı hem de Türk medyası aracılığıyla yoğun bir şekilde boca etmeye başladı. Özellikle sizin telsiz konuşmalarınız olduğu iddiasıyla metinler yayınlanıyor, size en yakın ismin teslim olup konuştuğu ileri sürülüyor. Bütün bunlardan ne anlaşılmalı?

Evet… Bu tür asparagas haberlere biz aslında gülüp geçiyoruz. Bu haberler o kadar seviyesiz ki cevap verme gereği bile duymuyoruz ama siz sordunuz; bunun için bu konuda bazı şeyleri söyleyebilirim: 

Bu tür yalan haberlere halkımızın inanmadığını biliyorum. Bu yüzden de aslında şimdiye kadar hiç cevap verme gereği duymadım. Fakat Türkiye toplumundan, devletine-hükümetine dürüstçe inanan bazı çevreler bu haberlere inanıyor olabilir. Öyle görünüyor ki aslında AKP basını da belli bir kamuoyu çevresine hitap ediyor. Bu yüzden çok rahat yalan söyleyebiliyorlar. Yani bakıyorsun, hiç kimsenin inanmayacağı bazı olguları ha bire gündemleştiriyorlar. Aslında, ‘nedendir, ne içindir, acaba böyle midir’ diyemeyen çevrelere hitap etmiş oluyorlar. Yani kendi tabanlarını tutmaya çalışıyorlar. Tabii bununla kendi dışlarındaki aynı yaklaşım içinde olan bir kısım MHP tabanına da seslenmiş oluyorlar. Çünkü bize ilişkin, yine daha başka bir çok olguya ilişkin söyledikleri şeyler tamamen yalandır. Mesela Erdoğan o 2 bin gerillanın öldüğünü nereden çıkarmış? Hangi veriye dayanmış? Polis mi onlara vermiş, ordu mu onlara vermiş? Çünkü sanmıyorum onlar versin. Çok çok abartılı ve tamamen yalan bilgiler bunlar. Amiyane tabirle çuvallamayı gösteriyor. 

Belli ki AKP yönetimi 1 Kasım’a kadar bir konsept belirlemiş: 

* Birincisi; şiddeti gündemde tutacaklar; yani savaşı sürdürecekler. Sürekli ‘biz başardık, çok öldürdük, bilmem ne kadarını yok ettik’ diyerek, PKK’ye karşı en iyi savaşan ve PKK’yi tasfiye eden bir güç olduğunu belirtip başarılı bir komutan edasıyla toplumun karşısına çıkmayı hedefleyecekler. Bakın dün, ABD’de Davutoğlu, ‘yapılan operasyonlarla terörün belini kırdık’ dedi, DAİŞ’e karşı da çok savaştıklarını ve ona da büyük darbeler vurduklarını söyledi. Bu tam anlamıyla palavradır. Aslında şimdi AKP bir palavra savaşı yürütüyor. Stratejileri, topluma PKK’ye karşı çok yüksek başarı elde ettiklerini empoze etmedir. Bunun için büyük yalanlar söylüyorlar. 

* İkincisi; HDP’nin de aslında PKK’yle aynı konumda olduğunu iddia ederek HDP’nin meşruluğunu tartışmaya sokma ve böylece baraj altına düşürme gayretindeler. Toplum üzerinde baskı kurup seçimlere çeşitli yollarla hile katarak taşımalı sandık, vb. yöntemlerle HDP’yi barajın altına düşürmek ve 400 milletvekili hedefine ulaşmak istiyorlar. 

Şimdi bu strateji çerçevesinde anlaşılıyor ki 1 Kasım’a kadar kendi kayıplarını daha fazla gizleyecekler. Dikkat edin son haftada kayıplarını vermiyorlar. Yani göz önünde olmayan kayıplarını saklıyorlar. Tabi bunun yanısıra bizim kayıplarımızı ise haddinden fazla abartarak yansıtacaklar. Mesela Haftanîn’e uçak saldırısı oluyor; hiç bir kayıp yok ama 65 kaybımızın olduğunu belirtiyorlar. 25 Eylül günü Gare alanına, 26 Eylül günü ise Metina alanına savaş uçaklarıyla hava saldırısı düzenlediler. Bu saldırılardan hiçbir zarar görmememize rağmen bie ağır darbeler vurduklarını iddia etmekteler. 

Dersim’de çok değerli bir kaybımız oldu; gerçekten Baran arkadaş Dersim halkının en seçkin evlatlarındandı, bir kahramandı. O Kürdistan dağlarında Alişerlerin çizgisinde yürüyen, Seyid Rızaların direnişini Önder Apo’nun perspektifiyle güncelleştiren, Dersim’in direngen, dürüst, sade, cesur, kahramanlıklarıyla dopdolu olan bir arkadaşımızdı. Onu şehit verdik. Bu arkadaşımızın şahadeti bizim açımızdan önemli bir kayıptır. Çünkü o sadece Komuta Konseyi üyemiz değildi. Aynı zamanda Partimizin 11. Kongresi tarafından Merkez Komite Üyesi olarak seçilen önder bir arkadaşımızdı. Saha Komutanı olarak Dersim’de görev yürüttüğü son 2 yılda alan çalışmalarının düzeltilmesinde, Önderlik çizgisine göre yeniden biçim verilerek Dersim Sahası’nın etkili bir direniş sahasına getirilmesinde büyük emeği olan bir arkadaşımızdı. Bizler için önemli bir şahadet olduğu gibi, Dersim halkı da çok önemli bir evladını bu görkemli direnişte kahramanlaştırmış oldu. Ben burada özellikle böyle bir kahramanı yetiştiren Şehit Baran yoldaşın değerli ailesine ve tüm Dersim halkına başsağlığı diliyorum; aynı zamanda kutluyorum. Çünkü bağrında böyle bir yiğidi yetiştirmek, hem aile hem de yöre için kendi başına kutlu bir olaydır. 

Bu olay, bir alçağın ihanet etmesi sonucu yaşanmış bir olaydır. Türk devleti 2 gün boyunca tüm tekniğini o vadide kullandı; sonra da 35 kaybımızın olduğunu ilan etti. Halbuki 4 arkadaşımız şehit düşmüş. Şimdi 4 şehidi 35 diye veriyor. Burada 4 kaybımız vardır; bunu kabul ediyoruz ama bir çok yerde hiçbir kayıp yokken kayıp var gibi gösteriyorlar. Yani AKP savaş hükümeti ve savaş idaresi böyle bir konsepte sahiptir ve bunu sürdürecekleri anlaşılıyor.

Sizin de bahsettiğiniz bana ilişkin yayınladıkları o haberler tamamen masa başında oluşturulmuş haberlerdir. Bazı cümlelerimi tahrip etmemiş, değiştirmemiş ve anlamından çıkartmamışlardır. Çünkü hiçbir kelimesi bana ait değildir ve bu mealde herhangi bir şey konuşmamışımdır. Doğru; bundan bir süre önce telsiz ile tüm deryalarımızla konuştum ve kendilerine genel hususlarda kimi mesajlar verdim. Bunlar da daha çok arkadaşları kutlama ve daha yüksek bir başarıyı yakalama eksenli mesajlardı. 

YDG-H için yaptığım değerlendirme, YDG-H’nin kendi direnişiyle kendisini bize de, topluma da, devlete de kabul ettirmiş olan yeni bir güç olduğu, Kürt gençliğinin yeni bir iradeleşmesi olduğu yönündedir. Ancak o haberlerde benim YDG-H’nin halka zarar verdiğini belirttiğim ve eleştirdiğim yönünde şeyler var ki hiç alakası yok. Son dönemlerde ben genellikle YDG-H’yi hep takdir eden şeyler söylemekteyim. Tüm Türkiye kamuoyu, özellikle de AKP’ye inanmış çevreler şunu iyi bilmeli ki, bunlar hep yalan söylüyorlar; kandırıyorlar. Bunların bu yalanlarının dozajı aslında topluma hakarettir; insan aklıyla alay etmedir. Psikolojik savaş olur da bu kadar yalana dayalı olmaz. Gerçekten psikolojik savaşın en büyük yalanları bu AKP’liler döneminde geliştirildi. Önceden de vardı ama bunlar çok fazla ölçüsüz bir biçimde geliştirmektedirler. Nihayetinde o haberlerin hiçbir doğruluğu yoktur; bir temele dayanmamaktadır. 

Benim bir sağ kolum güya teslim olmuş, ihanet etmiş, konuşmuş diyorlar. Kimmiş bu sağ kolum? İsmini niye söylemiyorlar? Böyle bir şey yoktur. Sıradan, eski bir kadromuz bile kaçmış olsaydı, onun ismini verip ‘bu sağ kolu’ derlerdi. Öyle bir şey bile yok. Doğru; saflarımızda bazı yeni savaşçılar dayanamıyor, zorlanıyor, zaman zaman biz tespit ediyoruz, onları daha uygun alanlara transfer ediyoruz ya da kendileri kopuyor ve gidebiliyor. Fakat özellikle devrimimizin şahlandığı bu süreçte öyle kimsenin kopuşu, kaçışı yoktur. Benim sağ kolum kaçmışsa kimdir, niye ismini vermiyorsunuz? Ben nerede öyle konuşmuşum? Yok işte ‘bittik, dağıldık, kalmadık, devlet çok kararlıymış’ demişim. Devlet kararlı olsa ne yazar! Devlet kararlıysa biz daha fazla kararlıyız. Çünkü biz haklıyız; biz kendi özümüze sahip çıkma davası yürütüyoruz; asla ve asla kararsızlık yaşayamayız. Devlet ise haksız bir iddianın peşindedir. Bu halkın dilini, kültürünü, tarihini yok sayarak burayı sömürgeleştirmek ve soykırımla bitirmek istemektedir. Yani bizim bu devlet karşısında, ‘çok kararlılar, çok üstümüze gelirlerse biteriz’ gibi bir belirleme yapmamız söz konusu olamaz. Kısacası kendi zaaflarını örtmek için neye ihtiyaç hissetmişlerse o konularda cümleler dizmişlerdir. Dikkat edin; ‘çarpıtma’ demiyorum; öyle bir konuşmam yoktur ki ‘çarpıtmışlardır’ diyeyim. Cümlelerin tamamen kendileri tarafından kurulduğu yalana dayalı bir psikolojik savaş haberidir. Ayrıca konseptleri bu çerçevede olduğu için belli ki, bundan sonra da bu tür şeyleri üretecekler, yürütecekler. Kamuoyu bunu dikkate almalı. Biz her konuda netiz; gizlediğimiz hiç bir şey yoktur. Biz açık bir devrim yürütüyoruz. Evet, halkın çocukları var tabi bizim denetimimizde. Halkın çocukları şehit düşerse tabii ki söyleriz. Ama hepsini gömdüğümüz ve cenazeleri gizlediğimiz haberleri tamamen yalan olan ve AKP savaş hükümetinin kendisini topluma başarılı gibi yansıtmak için özel savaş masaları tarafından uydurulan senaryolardır.

 

Davutoğlu da 'belini kırdık' demeye başladı…

Davutoğlu’nun ‘terörün belini kırdık’ demesi gülünç bir şeydir. Madem ‘belini kırdık’ diyorsunuz; o zaman buyurun karayoluyla Çukurca ilçesine gelin veya şimdi Beytüşşebap’ın en yakınındaki bir tepeye çıkıp etrafa bakın. Eğer Çukurca ile Hakkari arasındaki yolu Türk devleti olarak açıp da çalıştırabiliyorsanız size ‘bravo’ derim. Yani böyle palavralarla, halktan her şeyi gizleyerek oy hesapları yapmak beyhude bir çabadır. Hem barış masasını devirip savaşı başlattılar hem de her şeyi Türkiye kamuoyundan gizleyerek alçakça yöntemlerle savaşta başarılı olduklarını ve iktidarlarını sürdürmek istediklerini söylemektedirler.  

 

25 Eylül tarihinde Beytüşşebap’a kapsamlı bir harekat yaptığınız yansıdı. Bu harekat üzerine çok şey söylendi. Nedir bu olayın aslı?

Beytüşşebap eylemi önemli bir eylemdir. Yeni dönemin kapsamlı bir eylem biçimidir. Koordineli Gerilla Savaşı’yla bir alandaki bir çok hedefe eş zamanlı olarak yönelme, düşürme ve bir günlük elinde tutma harekatının uygulanmasıdır. Eylemin iki safhadan oluştuğunu anlıyoruz: Birinci safhası gece saat 23.00 sıralarında Çêman Alayı’na ve üst tepesine dönük yapılmıştır. İkinci safhası ise, aynı gün sabah saatlerinde Beytüşşebap şehir merkezi etrafındaki askeri üslere ve merkezdeki polis, Özel Hareket, Jandarma noktalarına, tugaya ve 3 ayrı tepeye dönük baskın biçiminde gerçekleşmiştir. Aynı anda bir çok hedefe koordineli bir biçimde yönelim gerçekleşmiş, yapılan planlama önemli oranda uygulanmış, gündüz şehrin bir çok yerinde mevzilenilerek akşama kadar orada kalınmıştır. Bu, aslında bir denemedir ve aynı zamanda da Türk devletine bir uyarıdır. Yani, “biz HPG olarak istediğimiz zaman bir şehri tek bir gecede denetim altına alabiliriz” mesajının verilmesidir. İstenseydi devam edip şehrin tümden temizlenmesine de yönelebilirdi ama böyle bir şeyin planlanmadığını biliyoruz. Saha komutanlığı, sadece bir günlük olarak planlandığını belirtti. Çêman Alayı’na dönük olan ilk safhadaki kayıplarımızın fazla olması eleştirilecek bir husustur. Buna ilişkin daha doğru bir harekat tarzı ve tedbirler geliştirilebilirdi. Yine güçler arasındaki koordinede bazı yetersizliklerin yaşandığı anlaşılıyor. Bu tür kapsamlı ve koordineli eylem planlamalarında tüm güçlerin dakik davranıp herkesin zamanında görev yerine ulaşması gerekiyor ama bir kolda gecikmeler yaşanıyor. Bu yüzden bir takım boşluklar oluşuyor ve bazı kayıplar veriliyor. Aslında bu tarz eylem bir ilktir; acemilikten kaynaklı sorunlar da var. Bundan kaynaklı yetersizlikler yaşanmıştır. Fakat genel olarak cesaretli bir çıkış ve önemli bir mesajı içermektedir. Burada önemli olan saha komutanlığının bu eylemin yetersizliklerinden ders çıkartarak bu türden daha güçlü harekatlar yapabilme yeteneğine ulaşmasıdır. Bu eylemle ilgili detaylı bilgiler henüz bize ulaşmış değildir; kesin değerlendirmeyi bilgileri aldıktan sonra yapabiliriz.

Burada devlet güçleri yine hem kayıplarını gizledi, çatışmanın kapsamının kamuoyuna yansımasını önledi; hem de gerilla güçleri şehre girince panikleyerek halkın evlerini taradı, şehre karşı top kullandı; Setkar Köyü’nü topa tuttu ve burada yurtsever bir ailemizden şahadetler yaşandı. Yine kendi çağırdıkları ambulans şoförünü tarayarak öldürdüler. Bunlar belgeli hususlardır. Görüntüleri yayınlanmıştır. Açıkça halkı hedefledikleri ortadadır. Buna rağmen bu olayları bize yüklemeye kalkıştılar. Ama yurtsever Beytüşşebap halkı her şeyi biliyor. Bu harekatta şehit düşen hem sivil insanlarımızın hem de gerilla yoldaşlarımızın ailelerine ve tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Şehitlerimizin anısının Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde yaşatılacağını ve onların yoldaşları olarak bundan sonraki mücadele sürecinde daha yetkin bir düzeyi yakalamanın çabasının gelişeceğini ve böylece bu kahramanların ölümsüzleşeceklerini belirtiyor, bunun sözünü veriyoruz. Burada verdiğimiz değerli şehitlerimize bağlılık ruhu hareketimizi daha da güçlendirecek ve Beytüşşebap direniş halkasında şahadete ulaşan arkadaşlarımızın anısına bağlılığın gereği hamlesel çıkışımızın daha da güçleneceğini tüm yoldaşların ve dostların bilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Yoldaşlarımızın şahadetinden çıkaracağımız dersler ve anılarına dürüstçe bağlı kalma, kesinlikle bizleri ve özgürlük mücadelesini daha da güçlendirecektir. 

Sonuç olarak Beytüşşebap Devrimci Operasyonu AKP hükümetine ciddi bir uyarı eylemidir. Davutoğlu’nun bu uyarıyı dikkate alacağına, bir gün sonra, ‘terörün belini kırdık’ demesi gülünç bir şeydir. Madem ‘belini kırdık’ diyorsunuz; o zaman buyurun karayoluyla Hakkari’den Çukurca ilçesine gelin veya şimdi Beytüşşebap’ın en yakınındaki bir tepeye çıkıp etrafa bakın. Eğer Çukurca ile Hakkari arasındaki yolu Türk devleti olarak açıp da çalıştırabiliyorsanız size ‘bravo’ derim. Yani böyle palavralarla, halktan her şeyi gizleyerek oy hesapları yapmak beyhude bir çabadır. Hem barış masasını devirip savaşı başlattılar, hem de her şeyi Türkiye kamuoyundan gizleyerek alçakça yöntemlerle savaşta başarılı olduklarını ve iktidarlarını sürdürmek istediklerini söylemektedirler.  

Bu arada bayram günü bazı basın organlarında Davutoğlu’nun Oramar’daki askerleri ziyaret ettiği yazıyordu. Bu haber doğru değildir. Davutoğlu veya herhangi bir Türk devlet yetkilisi şu anda Oramar’a gidemez. Herhalde başka bir karakola gitmiş; Oramar’a gittiğini söylüyor. Bu kamuoyunu aldatmadan başka bir şey değildir. 

 

Bu savaşı sadece Erdoğan'ın iktidar hırsına bağlamak, savaşın şiddeti ve kapsamı ile Türk devlet geleneğini küçümsemek olmuyor mu?

Kuşkusuz bu savaşı sadece Erdoğan’ın iktidar hırsına bağlamak yetersiz bir tanımlama olur. Yalnız siyaset alanında Erdoğan’ın iktidar hırsı doğal olarak öne çıkıyor. Onun için daha çok bu nedenle bu savaşın geliştirilmiş olduğu ifade edilmektedir ki yanlış da değildir. Yalnız tek başına ele alındığında bu tanım yetersiz kalır. Çünkü bu savaşın bu biçimde dayatılmasının bazı nedenleri vardır. 

* Erdoğan açısından nedeni; 7 Haziran seçimlerini kaybetmesi ve yeniden yapılacak olan seçimlere savaşla gitme kararlılığıdır. Yani Erdoğan yeniden seçim şansını denerken, dengeleri alt-üst etmek için şiddete sarılarak 1 Kasım seçimlerine savaş ortamında gitmeyi başta planladı. Bir neden bu. 

* İkinci neden ise özellikle 15 Haziran’da Rojava Devrimi’nin Girê Spî’yi almasıyla zirvesel bir zaferi kazanması ve Kuzey Kürdistan’a sınır olan 400 km’den uzun bir alanı denetimine alarak bir ülke haline gelmesi derin güçleri ürkütmüştür. 

Yani hem Türkiye’de HDP’nin başarısı ve Türkiye solu, demokrasi güçleri ile Alevi kesimleriyle ortaklığı derin devleti ürkütmüştür; hem de Rojava Devrimi’nin yükselişi ve zaferi kazanması yine aynı biçimde derin devleti ürkütmüştür. 

Derin devletin eski bütünselliği yoktur. Derin devlet denilen olgunun bir kesimiyle Erdoğan bir noktada birleşmiş ve ortaklaşmıştır. Bu savaşı yürüten güçler bunlardır. Yani Erdoğan’ın seçim hesapları ve iktidar hırsı var; bir de derin devletin bir kanadının Kürdistan devriminin yükselişi karşısında ürküntüye kapılması ve savaş yürütme istemi vardır. Şimdi savaşı yürütenler bunlardır. Ama tabii ki görünen siyasi yüzü Erdoğan ve Erdoğan’ın iktidar hırsıdır. Bunun için sürekli o gündemde oluyor. Fakat bütünüyle ele alınmak istenirse sadece Erdoğan yoktur. Erdoğan tek başına bu kadar karar veremez. Dikkat edin şimdi hükümet var mı ki! Şu anda Erdoğan Türkiye’yi polisten, ordunun bir kesiminden ve bazı bürokratlardan oluşturmuş olduğu ekiple yürütüyor. Bu ekibin içine sadece Davutoğlu ve bir kaç bakan dahil olmuş olabilir. Mevcut hükümete bir savaş hükümeti rolü biçilmiş ama o kadar yetkisi yok. Yetki Saray'dadır; savaşı Saray yürütüyor. Dolayısıyla onun da dayandığı ittifaklar ve devlet içindeki bir kesim güçle birlikte ortak amaçlarda birleşme ve bu süreci yürütme durumu vardır. Böyle tanımlamak daha doğru olacaktır.

 

Savaş başladığında gerillanın düşük kapasiteyle misilleme eylemleriyle yetindiğini; kendini ve halkı koruduğunu henüz kapsamlı bir saldırıya başlamadığını söylediniz. Sultanbeyli ve Pozantı eylemlerinden sonra fedai eylemlerini de ikinci bir emre kadar durdurdunuz. Sizce Türk devleti, bu savaşı taktik hamle üstünlüğüyle AKP'nin siyasetine katkı yapmakla mı yetiniyor yoksa tüm Kürdistan'ı ilgilendiren kapsamlı bir ezme harekatı olarak mı yürütüyor? Sizin tavrınız değişiyor mu?

Ben kendim öyle bir ibare kullanmadım. Farklı arkadaşlar kullanmış olabilir. Tabii ki AKP iktidarı ve bir kesim derin devlet güçleri ittifak halinde, önceden aldıkları kararı 24 Temmuz’da topyekun bir savaş biçiminde pratikleştirdiler. Bunun karşısında bizim yürüttüğümüz savaş ise dengeli bir savunma savaşıdır. Yani öyle çok düşük kapasitede olmasa da, yürütülen şey bir misilleme eylemselliğidir. Yani henüz böyle bir topyekun savaş durumu ile cevap verme düzeyi yok. Savunma savaşı sınırında tutma, bu anlamda kontrollü bir savaşı yürütme gibi bir konseptimiz vardır. Evet, sizin de belirttiğiniz gibi Ölümsüzler Taburu’nun bir takım uyuyan hücreleri savaş başlar başlamaz hemen harekete geçtiler; Pozantı’da, Sultanbeyli’de çok keskin eylemler yaptılar. Biz bunları durdurduk. Henüz erken gördük. 

Şimdi bakın, Türk devletinin uçağı, kobrası, topu ve tekniği var. Bunlarla alanlarımıza saldırıyor. Peki bunun karşısında bizim neyimiz var? Bizim de savaş tecrübemiz ve savaş kadromuz var. Uzman teknik kadrolarımız var. Profesyonel savaşçılarımız var. Örneğin bizim de yüzlerce bomba uzmanı yoldaşımız vardır. Bu bomba uzmanı yoldaşlar Kürdistan’ın dört bir eyaletinde vardır. Bulundukları yerlerde, çok sıradan malzemelerden bomba yapacak, fünye yapacak, teknik oluşturacak düzeyde ustalaşmış kadrolardır. 

 

Türk devleti ‘Türkiye’ye bilmem ne kadar TNT sokmuşlar’ diyor… 

Açıkça belirtebilirim: Biz 1 kg TNT bile sokmadık Türkiye’ye. Biz kendimiz TNT üretiyoruz. 

 

Siz TNT mi üretiyorsunuz?

İlk kez söylüyorum: Biz kendimiz fünye de yapıyoruz, TNT de yapıyoruz, bir kısım silah da yapıyoruz. Yani bizim TNT’yi Dersim’e götürmemize gerek yoktur; çünkü oradaki uzman arkadaşlar zaten üretir. 

Şimdi onlar bizim üzerimize uçak gönderiyorsa, bizim uçağımız da uzaktan kumandalı mayındır. Arkadaşlarımız, “rastgele yerleştirelim, kim bassa ölür” diyerek koymuyor bu mayınları. Kontrolü elimizdedir. Bizim de devletin saldırılarına karşı böyle misilleme yapma hakkımız var. Kimileri diyor ki, ‘vay be, niye bombayı patlattı?’ Peki bu kişiler neden ‘vay be niye uçaklar gidip saldırıyor?’ demiyorlar? Onu sorsana! Uçakların niye saldırdığını, sürekli o taburların niye top attığını sormadan sadece bizim niye mayın patlattığımızı sorarsan, o soru çok da yerini bulmaz. Biz Türk devletinin tekniğini dengeleyecek bir performansa ulaşmışız; onlar bize yöneldikçe biz de karşılığını veririz. Ha yarın onlar şehirlerde (Cizre’de yaptılar ama) daha fazla katliama yönelirlerse o zaman Ölümsüzler Taburu da metropollerde harekete geçer. Onun için onlara ‘erkendir’ dedik. ‘Durun’ dedik. Onların görevi halkımıza toplu yönelim olduğu vakit, polise ve askere toplu yönelmektir. Ölümsüzler Taburu, halkımızın zor günleri için çok özel eğitilmiş güçlerdir. Öyle hemen, heyecanla ortaya atılıp gördüğü polise saldırma yöntemi biraz aceleciliktir. Erken bulduk o arkadaşları. Çok değerli, fedai, yüce bir ruhu temsil etme durumları vardır. Bu eylemlerde verdiğimiz şehitlerimize büyük saygımız vardır ama her şeyi zamanında yapmak önemlidir. 

Kürt halkı artık kendini savunacak araçlara sahiptir. AKP hükümeti, devlet yetkilileri, ellerindeki tanka, topa ve uçağa güvenerek, ‘biz Kürtleri artık ezeriz, hizaya getiririz, eski isyanlar gibi onlara diz çöktürürüz’ gibi bir sevdadan vazgeçmeliler. Çünkü hem askeri uzmanlık alanında, hem taktik alanda, hem siyaset alanında, hem diplomasi alanında hem de ideolojik olarak Kürtler bugün bir güçtür. Yani Önder Apo’nun ortaya koyduğu ideoloji, felsefe, perspektif, yoğunluk temelinde bugün Kürdistan gençliğinde harıl harıl bir yetenek gelişiyor. İşte YDG-H kendisi de bir savunma sistemi örgütledi. Kürtlerin durumu artık budur. Kürtler kendini savunma düzeyine ulaşmıştır. Dolayısıyla, eğer siz bize uçak gönderirseniz, biz de size uzaktan kumandalı bomba göndeririz. Siz bilirsiniz. Ama kalkıp da bizimkine ‘vay ne haincedir; işte niye uykuda polis öldürmüşler’ diyorsun. Sen niye gecenin bir yarısı köyleri uçakla basıyorsun, insanları uykuda öldürüyorsun? Senin uykuda öldürdüğün insanlar var; onları niye sormuyorsun? 

PKK, hem Kürdistan halkını her bakımdan donatacak, yönetecek ve özgürlüğe taşıyacak bir düzeyi yaratmıştır hem de Türkiye sosyalist ve demokrasi güçlerine güç verebilecek, sinerji kazandıracak bir düzeye gelmiştir. Türkiye’deki demokrasi sorununu ve Kürt sorununu diyalogla çözerseniz ne ala! İşte bakın Kolombiya’da, 50 küsur yıldır yürütülen savaşta şimdi uzlaşmaya gittiler. Siz de gelirseniz Önderlik size bunun yolunu açtı. Gelmezseniz savaşırız ama savaşta biz değil siz yenilirsiniz. Bu savaşta çok kan dökülür; bunun sorumluluğu da size ait olur. Şimdi Erdoğan iktidar için bunu yapıyor. Bunun bütün vebali onun boynundadır. Çünkü çözüm süreci ilerlemişti, masa kurulmuştu, çerçevesi belirlenmişti, artık müzakere başlayacaktı ve silahsızlanma tartışılacaktı ama o iktidarı uğruna masayı ve her şeyi devirdi. Tabi derin devlet güçleri de buna hazırdı. Bu savaşı böyle dayattılar.

Bu halkın erkek-kadın, savaşmak isteyen çok yiğidi vardır. Yetkinleşmiş komutanları vardır. Kimse acemi değildir, herkes savaşır. Dolayısıyla bu durum karşısında yapılacak olan şey, doğru tespittir; var olan durumu doğru okumadır. 

Şimdi siz ‘ezme mi yapacak, yoksa taktik bir hamle midir?’ diye soruyorsunuz. Bu savaşı yürüten kesimler var. AKP için taktik hamledir; çünkü seçimi kazanmayı amaçlamaktadır. Çünkü seçimi kazanmanın yolunun bu hareketi tasfiye etmekten geçtiğini düşünüyor. Bunlar dışında bir de bu savaşı daimileştirip PKK’yle daha uzun bir savaşı yürütmek isteyen kesimler de vardır. Yani belirttiğiniz her iki yanı da vardır. 

 

Erdoğan ‘inlerine gireceğiz‘ türü açıklamalar yapıyor. Bu açıklamalar, Güney'e yönelik bir kara heraketı yapılacağı anlamına mı geliyor? Bu tür söylemleri nasıl anlamak gerekir?

Evet; Erdoğan’ın o türden sözlerinin bir boyutu hep  ‘başarıyoruz, tasfiye ediyoruz, inlerine giriyoruz’ yönündeki propagandalara dönük de olabilir ama esas olarak böylebir herekat planlarının olduğunu da biliyoruz. Onları da kastetmiş olabilir. Biz hiçbir zaman karşıdaki gücü küçümsemek durumunda değiliz. Ama öyle bazılarının yaptığı gibi çok büyütmek, sanki her şeye kadir, her şeyi yapabilecekmiş gibi görmek de doğru olmaz. Belli bir yere kadar gücü vardır. Güney'e operasyona girişir mi, görüp bakmak gerekiyor. Eğer böyle bir şeye girişirse bu savaş daha da tırmandırılmış olur. Bir de geldiği yerde göreceği de olur. Eğer böyle bir şey planlıyorsa bir kez daha düşünmesi iyi olur. Çünkü ikinci bir Zap Operasyonu biçiminde bir ters tepme durumu mümkün olabilir. Geliştirseler, aslında gerilla güçleri buna biraz hazırdır. Yani nasıl ki bir zamanlar Afganistan’da girilmeyen vadiler ve bölgeler vardı; gelirlerse Güney Kürdistan’da da girilemeyecek, girilince de çıkılamayacak yerlerin olacağı açıktır. Kuzey’de bile bazı alanlara giremeyen bir güç eğer Güney'e girmeyi hesaplıyorsa vay haline! Çıkış yolu o değil ama Erdoğan onu kastetmiş olabilir. Tabii biz onun da gerekli hazırlıklarını yapmak durumundayız.

Genelde bir Kürt karşıtlığı söz konusu. Bu yüzden Güney’e de yönelebilirler. Açık söyleyeyim; biz bunu istiyoruz. Şimdi biz 2 aya yakın bir zamandır Dersim-Erzincan yolunu tutuyoruz; 10 Ağustos’tan bu yana Hakkari’nin tüm yollarını tutuyoruz; çünkü onların o karakollardan çıkmasını istiyoruz. Ama çıkıp da Güney arazisine gelirlerse bizim için daha iyi olur. Bu konuda bir sorunumuz yok. Güney’e yönelik sınır ötesi oldu mu sanki gelip hemen bizi yutacaklar gibi düşünenler var. Gelsinler bakalım onlar mı bizi yutacak, yoksa kendileri mi yutulacak! Onu görürüz. Önümüzdeki haftalarda herhalde bu durum netleşir. 

Şöyle yapabilir; seçim hesabıyla sınır ötesine geçmeden sınır ötesi operasyon yapmış gibi gösterebilirler. Ya da kimi boş yerlerde sınırı 1-2 km geçer; oralarda oyalanır; uçak, vb. de kullanıp ve ardından ‘sınır ötesi operasyon yaptık’ diyebilirler. Bundan bir süre önce ‘sınır ötesi bir operasyon yapmışız, komandolarımız içeri girmiş’ dediler. İlgili yerlere sorduk; herhangi bir operasyonun olmadığı cevabını aldık. Yani olmayan bir şeyi oluyormuş gibi gösterebilirler. Yani seçim eksenli sanal bir sınır ötesi harekat planlayabilirler. 

 

Size yapılan çeşitli ateşkes çağrılarına kapsamlı yanıt verdiniz ve beklentilerinizi ifade ettiniz. İşte bayram da geldi ve geçiyor. En azından bayram süresince ateşkes ilan etmeyi düşündünüz mü?

Maalesef onun koşulları yaratılamadı. Çünkü AKP’nin başbakanı, cumhurbaşkanı her gün savaş naraları atıyor, her gün ‘operasyon devam edecektir, tek fert kalana kadar sürdürülecektir’ diyor. Bu söylemlerle salt bayram için de olsa kısa süreli bir ateşkes ilan etmenin zemini bırakılmamıştı. Bu nedenle de öyle bir şey gündeme bile giremedi. 

Biz yumuşama ve ateşkes koşullarına ilişkin çok detaylı açıklamalar yaptık. Fakat karşı taraftan bu yönlü zırnık kadar bir belirti çıkmadı. 

 

Niye? 

Çünkü Erdoğan 1 Kasım’a savaşla gitmek istiyor. Var olan bütün dengeleri altüst etmek için savaşın tırmandırılmasını kendi politik çıkarlarına uygun görüyor. Hareketimizin yumuşatıcı bir takım açıklamalarını, havuz medyası, ‘sıkışmışlar, ateşkes istiyorlar’ şeklinde yorumladı. Yani hemen ters çevirdiler. Dolayısıyla bu tür çabalar tek taraflı kaldı. Yani karşı taraf yumuşamaya fırsat vermiyor; yumuşama ortamını yaratmak istemiyor. Dikkat edin; İslamiyet’te bayramlar barış günüdür; küskünler bir araya gelir, savaşanlar savaşı durdurur; yani bayramın böyle bir özelliği vardır. AKP yetkilileri bayramda mesaj verdiler ama hiç Türk-Kürt barışından bahsettiler mi? Hayır. Genel kimi sözler sarf ettiler ama çözüme dönük tek bir söz etmediler. Tersine operasyonların devam edeceğini, yani savaşın sürdürüleceğini söylediler. Kısaca savaş ve öldürme talimatlarını bayramda da verdiler. Böyle bir ortamda biz nasıl ateşkes yapalım? Onun ortamını bırakmadılar ki yapalım. Yoksa bayramda eylemler durdurulabilinirdi. 

 

Son dönemlerde özel savaş basınının öne çıkartmakta olduğu bir diğer konu ise YPG. ABD’den eğitim aldığı, silahlarını HPG’ye verdiği, Kuzey’de de savaştığı vb. çok çeşitli söylemler mevcut. Bu haberlere ne dersiniz? 

Evet. Son dönemde YPG’ye çok dil uzatıyorlar. YPG’yi HPG’yle aynı gibi göstermek istiyorlar. Bu bir çarpıtmadır. Sözüm ona bu çarpıtmayla uluslararası kamuoyunu ve yine uluslararası güçleri kandıracaklarını düşünüyorlar. YPG Rojava’da örgütlenmiş bir direniş örgütüdür. Belki Kuzey’den de bazıları gidip katıldı ama çekirdek oranın gücüdür. Orada halen savaş devam ediyor. Ne zamandır onlar orayı bıraktı da buraya geçti! Bizim öyle bir şeye ihtiyacımız yok. Geçmişte biz YPG’ye yardım ettik; doğru ama bizim, YPG’nin gelip de bize yardım etmesine ihtiyacımız yoktur. Kaldı ki onlar daha büyük bir yükün altındadır. Yani YPG’yi ve HPG’yi bir gösterip sözüm ona YPG’nin uluslararası düzeyde yarattığı ilişkilerin önüne geçmeye çalışıyorlar. Beyhude bir çaba. Neymiş? YPG’ye verilen silahlar PKK’ye geliyormuş. Peki, hani nerede kullanıldı o silahlar? Bir de Ortadoğu’da her çeşit silah piyasada mevcuttur; niye YPG bize silah göndersin ki? Yine Amerika’nın eğittiği YPG’lilerin gelip Türkiye’de savaştığını belirtiyorlar. Bir kere benim bildiğim şimdiye kadar ABD’liler ne YPG’lilere silah vermiştir, ne de herhangi bir YPG’liyi eğitmiştir. 

Bu konuda AKP’nin bir Kürt karşıtlığı var. Rojava’dan rahatsız olma, Rojava’nın mesela DAİŞ’e karşı mücadelesini kendisine karşı verilmiş bir mücadele gibi görmesi söz konusu. Bu anlamda kendilerini zaten DAİŞ’le aynı kefeye koymuşlardır. Bu nedenle PKK’yle sınırlı kalmıyorlar, PYD’ye de laf atıyorlar. ABD niye onları terörist saymıyormuş! Bu tam bir Kürt karşıtlığıdır ve bütün Kürtler bu karşıtlığı görmelidir. Bunlar nasıl ki daha önce Güney’deki oluşuma da öyle yaklaştılar, ‘kırmızı çizgimizdir’ dediler, şimdi de onlara muhtaç oldular; kısaca orada tükürdüklerini yaladılar, Rojava’da da bu tükürdüklerini yalayacaklardır. Çünkü Rojava Devrimi kendini dünya kamuoyuna kabul ettirmiş bir devrimdir ve kendi halkına dayanmaktadır. Ama o, ‘teröristtir’ diyor. Peki nerede terörist faaliyet yürütmüş? Kurulduğu 2012 yılından beri DAİŞ’e karşı savaş yürüten, kendi ülkesini ve toprağını koruyan bir güç, senin demenle hemen terörist mi oluyor? Ama bunlar istediğini terörist, istediğini de din kardeşi saymayı kendilerine hak görüyorlar. YPG’ye yaklaşımlarında da bu belirleyici bir etken oluyor.

 

Türk devletinin mevcut tutumu sürerse gerillanın seçim sürecinde pozisyonu ne olur?

Biz Türkiye toplumunun ve Kürt halkının tercihlerini önemseyen bir hareketiz. Dolayısıyla hür iradeleriyle herkesin kendi tercihini seçim sandıklarına yansıtmasının önünde engel olmak istemeyiz. Yani orada baskı yaptığımız, bilmem ne yaptığımız yalanları bir tarafa, aksine herkesin kendi hür iradesini yansıtmasını isteriz. Geçmiş seçimlerde de bu konuda kendi siyasi yenilgilerini başka şeylerle kamufle ediyorlardı. Özellikle de AKP’nin yerel yöneticileri çalışmıyorlar, tabanlarını ve seçimi kaybediyorlar, sonra, ‘PKK’nin silah zoruyla tehditleri var; ondan kaybettik’ diyorlardı. Kendi yetersizliklerini bu şekilde gizlemeye çalışıyorlardı. Genel siyasetleri de zaten buna uygun. Çünkü Kürt siyasi iradeleşmesini istemiyorlar. Hemen buna sarılıp bir baskı aracı olarak kullanmak istiyorlar. Defalarca en üst düzeyde silah zoruyla HDP’nin oy aldığını iddia ettiler; böylece halkımızın kendi iradesini ortaya koymasını hiçe saydılar. Zaten AKP’nin tutumu aslında 7 Haziran seçimlerini tanımama tutumudur. Bunu daha çok Kürdistan’daki iradeleşmeye karşı geliştirdiği açık ortadadır. Şimdi de zaten onu aşmaya dönük konsept oluşturmuşlar. Kısaca bu konuda biz seçime engel olmak istemeyiz. O yüzden üzerinde tartışıyoruz. İleride, yani böyle tansiyonu düşüren veya halkın gerek Türkiye’de gerekse de Kürdistan’da güvenlik içerisinde seçimlere gidecek ortamın yaratılması konusunda biz üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek isteriz. Umarım bunda sorun çıkarmazlar. Biz bunun üzerinde tartışıyoruz; ileriki günlerde kendi tutumumuzu netleştiririz. Ama belirttiğim gibi, yani seçimin üzerinde herhangi bir etki yaratmak ya da engellemek gibi bir çabamız olmaz. Tersine elden gelirse tansiyonu düşüren, ortamı sakinleştiren ve netleştiren bir yaklaşımımız olur. Bunu söyleyebilirim. Yani biz gerilla tarafı olarak seçimlerin güvenlik ve istikrar içerisinde yapılmasını isteriz. Bu konuda bize düşenleri yapmaya çalışırız. Ama AKP’nin mevcut yaklaşımları hiç güven vermiyor. Seçime hile katmak ve halkımızın iradesini hiçe saymak için her türlü yönteme başvurmaya dönük hesapları olduğu anlaşılıyor. Hareketimizin yönetimi kuşkusuz bütün bu durumları değerlendirecek ve ona göre bir tutum geliştirecektir. 

 

Sizin ve Türk tarafının askeri durumunu, iki aylık savaş bilançolarını da göz önünde bulundurarak değerlendirir misiniz?

Mevcut duruma göre ikinci ay yapılan eylem sayısı önceki aya göre daha da artmış. Biraz önce de belirttiğim gibi ilk ay 191 eylem yapılmışken, bu ay 385 eylem gerçekleştirilmiştir. Yani savaş performansının biraz daha geliştiğinden söz edebiliriz. Özellikle ikinci ayda daha da olgunlaşan bir hareket tarzı var. Bazı yerlerde tekrarlar vardı; onları saymazsak ikinci ay, birinci aya göre daha başarılıdır. Hem eylem sayısı daha fazladır; hem aktivite daha etkilidir. 

Şehit sayıları arasında ise çok az fark vardır. İlk ay 42 yoldaşımız şehit düşmüştü. Bunların 16’sı hava saldırısı, yani uçak ve kobra saldırılarıyla şehit düşmüştü. Diğerlerinin bir kısmı fedai eylemlerde, bir kısmı da değişik eylemlerde yaşanan şahadetlerdi. Bu ikinci ayda, yani 25 Ağustos’tan 24 Eylül’e kadarki zaman diliminde ise şehitlerimizin sayısı 48’dir. Bunlardan 13 arkadaş hava saldırısıyla şehit düşmüştür. Bu 13 şehidimizin 4’ü Dersim’deki yoldaşlarımızdır.

Dikkat edin; bu rakamlar net rakamlardır; hiç bir kaydırma yoktur. Savaşın ikinci ayında verdiğimiz şehitlerin sayısı 48’dir. Yani öyle Türk devletinin uçakları geliyor vuruyor, vuruyor, sonra diyor ‘bilmem ne kadar kayıp verdirildi.’ Yok, biz darmadağın olmuşuz, tüm depolarımız yerle bir edilmiş; barınacak yerimiz kalmamış, bilmem ben İran’a gitmişim. Bunların hepsi topluma saygısızlıktır. Aşırı yalancılıktır. Böyle bir şey yok. Bizim verdiğimiz rakamlar nettir. Onların ise bu ikinci ayda verdiği kayıpları daha fazladır. Ben burada rakamlar üzerinde yorum yapmak istemiyorum ama şunu diyebilirim: İkinci ayda gerillanın savaş performansı daha da yetkinleşmiştir. Sonuç alıcılığı da belli bir düzeyde sürdürülmüştür. Özellikle eylem çeşitliliği, uzaktan kumandalı yöntemi, şehir baskınları yöntemi, pusu yöntemleri, yani sürekli böyle değişken gerilla eylemleriyle az kayıpla sonuç alma, yeri geldiğinde risk de göze alarak sonuç almayı bilme eylemliliği söz konusudur. Biz bu açıdan genel olarak gerilla eylemliliğini normal görüyoruz. Birinci ayda devlet güçleri gerillanın bu kadar yöneleceğini ve savunma savaşını bu düzeyde yürüteceğini beklemiyorlardı. Bunu görünce belli düzeyde kendilerini toparladılar; Bolu’dan Kayseri’den güç getirdiler. Bütün yetkin güçlerini getirdiler; savaş sahasına soktular. Bu temelde ikinci ay gelişti. İkinci ayın sonuçlarına bakıyoruz; Eylem sayısı yaklaşık 2 kat artmıştır. Sonuç alma düzeyi daha yükselmiştir. 

Yani bu durum tabii gerillanın giderek daha da gelişebileceğini gösteriyor. Belirttiğim gibi savaş henüz alan hakimiyeti ve savunma savaşı düzeyindedir. Misillemedir aslında. Yani önü açılırsa, üzerinde var olan mevcut kontrol kaldırılarak tüm gücümüzle yönelim gibi bir durum söz konusu olursa kuşkusuz savaş bunun bir kaç katı daha artar. Mesela son yapılan Beytüşşebap eylemi gibi eylem türlerini daha fazla geliştirirsek, yine metropol sahalarında da yönelirsek savaşın kapsamı daha da gelişir. Daha planlı, daha kontrollü bir savunma savaşı geliştirmek durumundayız. Her zaman kapımız çözüme açık. Eğer karşı taraf çözüme açık bir sinyal verir, kapı aralarsa bizim kapımız açık. Ama kararlı bir yürüyüş de var. Bu yürüyüş artık sonuç almaya dönük bir yürüyüştür. Beklentili, hemen ne olacak gibi bir ruh halinden ziyade -ki bu konuda da güçlerimiz biraz yetkinleşti, geçmiş deneyimlerden dersler çıkardı- yetkin bir biçimde görevlerin üzerine gitme, savunma savaşında boşluk bırakmama ve bu temelde de sonuç almayı hedefleme gibi bir yönelim söz konusudur. Biz ‘yarın öbür gün şu olacak, bu olacak’ değil, kendi öz gücümüze dayanarak kendi çözüm tarzımızı geliştirme, demokratik özerk Kürdistan’ı gerçeğe dönüştürme hamlesini tarihi bir hamle olarak görüyoruz ve artık ilerletiyoruz. Özellikle halkımızın kendi yerleşim alanlarında demokratik özerkliğin ilanı ve ilanla birlikte onu savunma pozisyonuna geçmesi, gerillanın bu göstermiş olduğu çok yönlülük, zenginlik ve performans aslında güçlü bir zafer yürüyüşünün gündemleşebileceğini ortaya koymaktadır. Üzerinde şimdi durulması, yoğunlaşılması gereken esas durum budur.

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA