Geçtiğimiz yılın 14 Eylül’de İsveç’te yapılan milletvekili seçimlerinde Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden parlamentoya girmeyi başaran Kürt kökenli 4 milletvekilinden biri olan Yeniceoba'lı Serkan Köse, dört parçadaki Kürdistan halkı ve Türkiye işçi sınıfıyla dayanışma içinde olacağını söyledi.

600 bin üyesiyle İsveç’in en büyük sendikası Kommunal’da uzun yıllar görev yaptıktan sonra ticaret işkolundaki Handels sendikasında çalışan Köse, Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketin karşı karşıya kaldığı sorunları da yakından izleyen bir politikacı.

İki dönem Stockholm’un Botkyrka ilçesinde Belediye Meclis Üyeliği görevini de yürüten Köse, Parlamento Dış Politika Komisyonu ve iş Piyasası Komisyonu’nda partisini temsil ediyor.

Köse ile geleceğe ilişkin plan ve düşüncelerini konu alan bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin Yeniceoba Kasabası’ndanım ve 37 yaşındayım. Ailemle birlikte 1986 yılında 10 yaşımdayken İsveç’e geldim. Geldiğim günden bu yana Stockholm’un varoşlarından Fittja’da yaşamaktayım. İlk ve ortaokulda Kürtçe ana dil eğitimi aldım. Sosyal Bilimler Lisesi’ni bitirdikten sonra Stockholm Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdim. Aynı zamanda ekonomi de okudum. Ve her iki alanda master yaptım.

Yoksul bir aileden geliyorum. Annem ve babamın okuma-yazma bilmediğini söyleyebilirim. Aile içinden birinin ilk kez eğitim görmesi ve daha sonra politikaya atılması biz aile açısından bir ilk sayılır. Tüm bunları Avrupa’da yaşayan gençlerimize bazı şeyleri hatırlatmak için anlatıyorum. Yabancılar olarak olanakları değerlendirdiğimizde bu toplunmda bir yerlere gelebiliyoruz. Gençlerimiz hiç bir şeyin imkansız olmadığını ve gayret gösterdikleri takdirde amaçlarına ulaşacaklarını bilmeli. Özgüven oldukça önemli. Kendilerine ve başaracaklarına inanarak hareket ederlerse amaçlarına ulaşırlar.

Politikaya ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?

Ben çok genç yaşımda Kürtlerin sorunları ve mücadeleleri ile tanıştım. Kürtlerin ezilen bir halk olması ve adaletsizliklerle karşı karşıya kalması, hor görülmesi beni siyasete teşvik etti. Tüm bunlara yabancı olma psikolojisi de eklenince hem siyaset hem de sendikal mücadeleye olan ilgim giderek arttı. Üniversiteyi bitirdikten sonra Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Kadın Kolları’nda görev yaptım. Böylelikle İsveç tarihinde ilk kez kadın kollarında çalışan erkek olma ünvanını kazandım.

10 ay iletişim ve danışmanlık gibi görevleri yürüttükten sonra İsveç’in en büyük sendikası Kommunal’a geçtim ve orada genel başkanın basın danışmanı olarak görev yaptım. Bu dönemde İsveç’teki sendikal haklar ve işçi sınıfının sorunları hakkında bilgi sahibi olma şansını edindim. Sendika benim için büyük bir okul oldu. Daha sonra da başka sendikalarda da görev yaptıktan sonra İşçi Eğitim Merkezi’ne (ABF) geçtim. 2 yıl ABF’de Ombudsmanlık görevini yürüttüm. 2004 yılında Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nde politikaya aktif olarak atıldım ve 2006 ve 2010’da seçimlerinde belediye meclisine tercihli oylar sayesinde seçildim.

2011’de Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Botkyrka İlçe Başkanı görevine seçildim. Böylelikle 100 senelik parti tarihinde il kez Botkyrka’da bir yabancı başkan oldu.

İşçiler özellikle de Kommunal üyeleri özelleştirnme ve taşeronlaştırma politikasından çok zarar gördü. Yıllarca sendikada görev yapmış biri olarak bu konuda parlamentoda hangi çalışmaları yürütmeyi planlıyor sunuz?

Parlamentodaki sosyal demokrat çalışma grubunda yer alan 7 kişi de sendikalardan geliyor. Bundan dolayı işçi ve memur sendikalarıyla çok yakın ilişkilerimiz var. Şu anda gündemimizde iş kazaları var. Amacımız sıfır ölüm, bir başka değişle hiç bir işçinin çalışırken yaşamını yitirmemesi. Hükümet bunun gerçekleşmesi için 100 milyon kronluk bir ödenek önerdi ama maalesef bütçemiz kabuledilmediği için bu kaynağı aktaramadık. Sağ iktidarın hazırladığı bütçe ile ülkeyi yönetiyoruz. Bu çok traji-komik. Gençler ve kadınlara yönelik bir dizi reform yapmak istiyorsunuz ama sağ blok bunu engelliyor. Irkçı partiyle birlikte oy kullanıyor. Amaçları patronların ceblerine daha fazla para girmesi. Azınlık hükümeti olduğumuz için amaçlarımızdan pek çoğunu gerçekleştiremiyoruz.

Öte yandan pek çok ülkede ortaya çıkan savaş ve krizler bizleri de etkiliyor. 54 milyon insan ülkesini terk etmek zorunda kalmış. Bunlardan 90 bininin buraya gelmesi bekleniyor ama yeterli hazırlık ve kaynak yok.

İsveç ve Türkiye’deki sendikalar arasında bir işbirliği ve dayanışma olmasına rağmen Türkiye’de yaşanan sendikal hak ihlalleri İsveç Parlamentosu’nun gündemine gelmiyor. Sendikadan gelen ve Türkiye’deki sendikal hareketi izleyen bir milletvekili olarak bu konuda ne yapmayı düşünüyor sunuz?

Bu konuda bir eksiklik olduğunun farkındayım. Bu eksikliği gidermeye çalışacağım. Sendikal haklar temel insan hakkıdır. Çalışanların örgütlenmesi evrensel bir haktır. Türkiye sadece çalışanların örgütlenme hakkını değil her türlü insan hakkını ihlal ediyor. Türkiye’de çalışanlar özgürce sendikalarda örgütlenemiyor. İsveç sendikaları orada lanları izliyor ve gündeme getiriyor ama parlamento ayağında bir eksiklik var. Ben bu eksikliği arkadaşlarımla birlikte parlamentoda dile getirmeye çalışacağım. Ayrıca Türkiye’deki sendikalarla doğrudan ilişki kurmak ve onların sorunlarını meclisin gündemine getirmek isterim.

Türkiye’de Kürt sorunu ve çözüm süreci hakkında neler düşünüyor sunuz?

Ben barış ve kardeşlikten yanayım. Türkiye’de çok değişik etnik kökenden halkların yaşaması bir zenginliktir. Kürtler başta olmak üzere bu halkların ayrılma gibi talepleri de yok. Kürtlerin çok temel ve anlaşılabilir talepleri var. Ana dillerinde eğitim, kültürlerini geliştirmek için anayasal güvence istiyorlar. Tıpkı Türtler gibi aynı haklara sahip vatandaşlar olarak yaşamak istiyorlar. Süryaniler ve diğer halkların da benzeri talepleri var. İnsan haklarını savunan herkesin bu taleplere destek vermesi gerekir.

Hükümetin tutumunu nasıl karşılıyor sunuz?

Hükümet de Kürtler de çözüm sürecinden yana olduklarını söylüyor. Peki, ama neden sorun çözülmüyor? Kürtler haklı olarak taleplerinin karşılanmasını istiyorlar ama karşı taraf buna pek hazır değil. Ben her zaman iyimser yaklaşıyor ve AKP’nin sorunu çözmek için adım atacağına inanmak istiyorum. AKP içinde de barış ve demokrasiyi isteyen insanların olduğuna inanıyorum. Ancak AKP’nin süreci tabanına anlatma ve kavratmada yeterli derecede çaba sarf etmediğini düşünüyorum. Ama barış sürecinden sonra hiç bir şey olmadığı, ilerleme kaydedilmediği anlayışına katılmıyorum. Devletin Öcalan’la görüşmesi ve Kürt Siyasi Hareketini muhatap olarak kabul etmesi bile tek başına büyük bir ilerleme. Hiç kimse de bunu protesto etmek için sokaklara çıkmıyor. 30 yıldır yaşanan travmalara rağmen atılan adımları ve gelinen noktayı önemsemek gerekiyor. Kürt Halkı taleplerinde haklıdır ve bunların gerçekleşmesi için yüz yıllardır mücadele etti ve 30 yıl büyük bir savaş yaşandı. Her evde bir acı var. Ama artık Kürt Halkı Kürt olarak kendi kimliğiyle ortaya çıkabiliyor. Ama bunlar yeterli olmamasına rağmen sabırlı davranmak ve Haziran ayında yapılacak seçimlerin sonuçlarını beklemek gerekiyor.

HDP’nin barajı aşamaması halinde barış süreci nasıl etkilenir?

Seçim sonuçları ne olursa olsun ben geriye dönüleceğini, devletin asimilasyon politikasına yöneleceğini sanmıyorum. Ama HDP’nin parlamentoda temsil edilememesi her açıdan büyük bir eksiklik olur. Sadece parlamentoda demokrasi mücadelesi verilmez. Şayet HDP parlamento dışında kalırsa insan hakları, demokrasi ve özgürlükler mücadelesini sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla birlikte yürütür. İşçi sınıfıyla ve sendikal hareketle bağlarını güçlendirebilir. HDP tüm bu güçleri bir araya getirip dempokratikleşmeye ve sürecin başarısına katkıda bulunabilir.

ANF