Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun verilerine göre, dünyada 382 milyon civarında kişi diyabetli ve bunların yarısı hastalığından bihaber.

Yaşam süresini 5 ila 10 yıl arasında kısalttığı bilinen diyabete ilişkin rakamlar korku unsuru oladursun, son yıllarda denekler üzerinde yapılan araştırmalarda, tamamen doğal olan ‘makrobiyotik (uzun yaşam)’ beslenme’ şeklinin, Tip 2 diyabetin tedavisinde olumlu sonuçlar vermesi, bu hastalara umut ışığı oldu.

14 Kasım Dünya Diyabet Günü’nü geride bıraktık. Bu konuda insanoğlunu bekleyen tehlikeler, o gün tokat gibi yeniden yüzlere vuruldu. Uzmanlar, gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda Tip 2 diyabetin hızla arttığını, önlem alınmazsa yakın bir gelecekte  komplikasyonları nedeniyle diyabetin ölüme sebep olan hastalıklar arasında ilk sıralarda yer alacağının altını çizdi.

20 YIL İÇİNDE DİYABETLİ SAYISI İKİ KAT ARTACAK

Türkiye’de her 100 kişiden 7’sinde diyabet görülürken, hasta sayısı ise her yıl yüzde 17 oranında artarak, halihazırda 5 milyonu aştı. Dünya ve Avrupa genelinin üzerinde bir hızla diyabetin artış gösterdiği ülkemizde bunun görülme sıklığı ise, 2008-2012 yılları arasında yüzde 3,5'ten 6,9'a çıktı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, geçen yıl 4 milyon 800 bin kişi diyabet ve ona bağlı komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybetti. Sağlıksız yaşam alışkanlıklarında ısrar edilir, ülkeler acil eylem planları geliştirmezse, 20 yıl içinde dünya çapında diyabetin pençesine düşenler 2 kat daha artacak.

Yetişkinlerde görülen ve pankreasın insülin üretmesi, fakat vücudun bunu gerektiği gibi kullanamamasına bağlı gelişen Tip 2 diyabetin tedavisinde ilk etapta, beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi, yaşam tarzının değiştirilmesi ve egzersiz programları öneriliyor. Bu tedavi planlarına rağmen kan şekeri normal sınırlarda tutulamayan hastalar için öncelikle ağızdan hap tedavisi ekleniyor. Çoğu Tip 2’lerde ise insülin tedavisine ihtiyaç duyuluyor.

DİYABETE DOĞAL ÇÖZÜM

İtalya’da da diyabetin yayılma hızı endişeye yol açıyor. Çizme’de, 3 milyonu aşan diyabetli sayısının, 2030’da 5 milyonu bulması bekleniyor.

Korku tablosu önünde açıkça duran ve hastalıklara doğal çözümleri savunan bilim adamları ise boş durmuyor.

İtalya’da makrobiyotik beslenme kültürünün yerleşmesini sağlayan, Uluslararası Makrobiyotik Bir Nokta Derneği (Associazione Internazionale Un Punto Macrobiotico - UPM) kurucusu ve başkanı Prof. Dr. Mario Pianesi, otuz yıl kadar önce bu tür bir beslenme şekliyle diyabetin önlenebileceği, birçok hastada iyileşme sağlanabileceği konusunda ısrar etse de, o dönemde İtalya başta olmak üzere hiçbir Avrupa ülkesinde bu öneri, uygun bilimsel araştırma zemini bulamadı.

Pianesi, Avrupa’da bu konuya olan ilgisizliği görünce, diyabet tedavisinde doğal tedavi yolunu açabilecek makrobiyotik beslenmeyle ilgili araştırmalarda Asya, Afrika ve başta Küba olmak üzere bazı Güney Amerika ülkelerinin bilimsel enstitüleriyle işbirliğini tercih etti.

Küba ve ardından İtalya’da yapılan klinik bir araştırma, Tip 2 diyabetin makrobiyotik beslenme ve bunu takiben sağlıklı bir yaşam stilinin benimsenmesiyle önlenebildiğini, deneklerin neredeyse tamamında iyileşme kaydedildiğini ortaya koydu.

Pianesi, bu konunun benimsenmesi için kongreler düzenlerken, bu faydalı buluşmaların mimarı olmasından ötürü İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano tarafından geçen yıl bir madalyayla ödüllendirildi.

MAKROBİYOTİK MUCİZESİ

Ürettiği menenjit aşısıyla tanınan Havana’daki Finlay Enstitüsü ve Pianesi arasındaki bilimsel işbirliği ile bu ülkede 30 Tip 2 diyabet hastası üzerinde klinik araştırma yapıldı. Tip 2 diyabet tedavisinde makrobiyotik diyet araştırmalarına başkanlık eden Beslenme Uzmanı Doktor Carmen Porrata Murray’ın yönetiminde 3 ve 6’sar aylık dönemlerde makrobiyotik diyet uygulayan diyabet hastalarının iyileştikleri gözlendi. Hap kullanan ya da insüline bağlı yaşayan hastaların, bu tedavinin ardından bunları terkettiği, insülin rezervleri tükenme aşamasındaki bu hastaların rezervlerinin yeniden insülin üretebilecek düzeye geldiği gözlendi.

Bu hastaların yüksek seyreden glikoz, glikozillenmiş hemoglobin, kolesterol, trigliserid, LDL kolesterol-HDL kolesterol oranlarında ciddi düşüşler görüldü. Hastaların vücut ağırlığı ve bel çevresi genişliğinde de önemli ölçüde azalmalar kaydedilirken, hemoglobin, ürik asit, kreatin, kalp ritmi ve kan basıncı gibi değerlerin normale döndüğü belirlendi.

İTALYA DA UYGULAMAYA BAŞLADI

Küba’dan gelen olumlu klinik sonuçlar üzerine, Roma’daki Uluslararası Diyabet Araştırmaları Merkezi (CİSD), Havana’da Murray’ın uyguladığı makrobiyotik beslenme tedavisini geçen sene ilk kez İtalya’da 25 gün boyunca 24 diyabetli için denedi. CİSD Başkanı İtalyan Profesör Francesco Falluca ve Kübalı Murray’ın gözetiminde yürütülen, yüzde 70’i karbonhidrat içeren ‘Ma-Pi 2’ isimli deneyin sonuçları da memnuniyet verici oldu.

Burada Tip 2’li deneklere, integral tahılların ağırlıkta olduğu bir diyet uygulandı. Esmer pirinç, arpa, darı, aralarında havuç, soğan, lahana, brokoli, karnabahar, turp, maydanoz, şalgam yaprağının yer aldığı sebzeler, nohut, mercimek, barbunya fasulyesi, siyah fasulye gibi bakliyatlarla hastalar beslendi. Rafine yiyecek ve içecek ile beyaz pirincin yasak olduğu makrobiyotik diyeti alan 24 hastanın, değerlerinin de normal sınırlar düzeyine ulaştığı gözlendi.

Geçtiğimiz günlerde ise, Roma’da bu diyetin devlet destekli uygulandığı ilk klinik hayata geçirildi. Prof. Dr. Paolo Pozzilli öncülüğünde faaliyet gösteren klinikteki ‘MADIAB’ adlı çalışmalara, 56 denekle başlandı. 21 gün boyunca ‘Ma Pi 2’ diyetine maruz bırakılan hastalardan da olumlu sonuçlar elde edildi. Pozzilli, klasik diyetlerden çok daha iyi sonuç veren Ma Pi 2’nin başarısı ışığında, orta ve uzun vadede araştırmaların derinleştirilmesinin önemine değindi.

EKONOMİYE KATKI

Mario Pianesi, doğal yöntemler ve diyetle birçok diyabetlinin iyileştiğini, bazı ileri vakalarda alınması zorunlu kılınan hap ve insülin düzeyinin en aza indirildiğine dikkati çekerek, bu yolla tedavi edilen Tip 2 diyabetin ülke ekonomilerine bir yük olmaktan çıktığına vurgu yapıyor. Sadece Türkiye’de diyabet ve onun komplikasyonlarıyla mücadele için her yıl 13 milyar TL harcanıyor. Doğal çözümler üretme çabasında olan bilim insanları bu tedaviyle, diyabet için kullanılan ilaçlar ve insülinden kazanç sağlayan firmaların, pastadan pay almalarının önünün kesileceğine de dikkat çekiyor.

Söz konusu tedavi, makrobiyotik beslenmenin önemini kavrayan İtalya ve Küba dışında Almanya, Çin, Tayland, Pakistan, Tunus, Moğolistan gibi ülkeler ile bazı Güney Amerika ve Afrika ülkelerindeki pilot hastanelerde bir süredir uygulanmakta. Bu diyet, diyabetin yanı sıra lösemi ve bazı kanser hastalıkları ile birçok kronik hastalığın tedavisinde de uygulanıyor. Bugüne kadar 15 binin üzerinde diyabet hastasının, bu doğal yöntemle tedavi edildiği biliniyor.

ANTİK TOHUMLARA DÖNÜŞ

Makrobiyotik rejim, bir perhiz değil, doğrudan doğa kurallarına bağlı kalınan bir beslenme şeklidir. Makrobiyotik beslenme, günümüz modern ve bilinçli insanının bir yaşam biçimi olan makrobiyotiğin önemli bir parçasıdır. Evrenle bir harmoni içinde yaşamak anlamına gelen bu tarz, günlük egzersiz, düzenli spor, ruhsal gelişim etkinlikleri, doğal malzemelerden elde edilmiş ürünler giyinme ve pozitif düşünme etkinlikleri gibi ruhsal terapiyle tamamlanabilir.

Son dönemlerde makrobiyotik beslenmeye büyük katkı sağlayan ve antik tohumlarla gerçekleştirilen toprağı ekip biçme projeleri de geliştiriliyor. Son olarak, çeşitli uluslararası kuruluşların desteği ve Prof. Pianesi önderliğinde Moğolistan çöllerinde 2009 yılında başlanan polikültür (çok ürünlü) tarımla, kimyasal bulaştırılmamış, kaliteli suyla yetiştirilmiş bitkiler ve ürünler yetiştirildi. Bu ürünlerle de, denekler üzerinde Ma Pi 2 diyeti uygulandı.

MAKROBİYOTİK BESLENMENİN TARİHİ

Binlerce yıl önce antik Yunan ve diğer kadim toplumlarda bilinen ve uygulanan, vücudun kimyasını değiştirip, yalnızca toksinlerden arındırmakla kalmayıp kandaki sağlıklı hücrelerin yeniden yapılanmasını sağlayan bu beslenme türü zamanla unutulsa da, geçtiğimiz yüzyılda Japonya'da yeniden ortaya çıktı. Hiroşima'ya atılan atom bombasından sonra hayatta kalmayı başaran insanlar arasında makrobiyotik tarzda beslenenlerin yaşamayı sürdürmeleri ve radyasyonun etkilerinden kurtulmaları zamanla dikkatlerin bu ezeli beslenme alışkanlığına yönlenmesine neden olmuştur. Georges Ohsawa adıyla bilinen ünlü Japon besin uzmanı Nyoiti Sakurazawa, bu beslenme tarzını herkesçe uygulanabilecek bir şekle sokmuştur.


Makrobiyotik, Uzak Doğu’nun felsefe anlayışındaki bir yandan birbirini tamamlayan, bir yandan da birbirine tamamen zıt olan Yang ve Yin dengesine dayanır.