“Tipiyi Geçerken” Dêrsim coğrafyasında tipiye yakalanan bir grup gerillanın, bu kar labirentindeki yürüyüşünün anlatıldığı A.Rezak Gülmez’in ilk romanı. Sessizliğin içinde beliren bir eski zaman savaşçısıyla bir gerillanın kurduğu büyülü- şiirsel diyalog hemen romanın atmosferine sokuyor insanı. Roman, baştan sona özgün bir anlatım biçimiyle örülmüş… Kitabın yazarı “gerçek, çıplak olarak kurmacadan daha az gerçekçidir” derken, Nadine Gordimer’in “söyleyeceğim veya yazabileceğim hiçbir şey sunduğum kurmaca kadar gerçekçi olmayacaktır” sözünü anımsatıyor. Yer yer büyülü gerçekçi yer yer bilinçakışı tarzıyla örülen metin, karanlık kurgusuyla gerçeküstü bir atmosfer kurarak olaydan çok, duruma odaklanıyor.

 

Kar labirentinde yürüyüş

Kürt özgürlük Hareketi kendisini geleceğe taşırmada edebiyatı önceliyor. Kürdistan dağlarında nice kahramanlıklar yaşandı. Onbinlerce kadın ve erkek, özgürlük tutkusuyla dağlarda sonsuzluğa yürüdü. O doruklarda, o vadilerin karanlığında neler yaşandı? Bugün soluduğumuz özgürlük nasıl oluşturuldu? Çünkü kimliğini sahiplenmenin ağır bedellere karşılık düştüğü zamanlardan geçtik. Edebi metinler, özgürlüğü oluşturan esas mekanlarda yaşananları aktarabildiği oranda görünür kılınıyor.

“Tipiyi Geçerken” bununda ötesinde, iddialı yazılmış zor bir metin. Kafka “Sanat yeteneği, karanlık boşlukta önceden bilinmeyen ışık ışınlarının kuvvetle tutabileceği bir yer bulmaktan ibarettir” der. Romanın kurulduğu çok kısıtlı bir atmosferde, bir tipinin içinde yürüyen bir grup gerilla, ulaşmak istediği yere ilerledikçe kendi ekseninde dönüyor. Kaos aralığına kurulmuş metnin flu dünyasına ilerledikçe kelimeler parçacık, metin dalga boyutu oluşturarak karanlığı aydınlatıyor. Kafka’nın ‘ışık ışınları’ dediği, sanatçının kafasındaki görüntü kaosunu hangi kelimelere dönüştüreceğini bu metinde de kestiremiyor insan. “Bunu da diyebilirdi, ya sonra, neyi nasıl diyecek?” çatışması var hep. Sayısız geçidi olan bir kar labirentinde yürüyorlar çünkü, tıpkı labirente benzeyen beyinde ilerleyen düşünceler gibi. “Tipiyi Geçerken”, sıkı örülmüş bir öykü gibi yoğun, şiirsel bir dille anlatıyor kar fırtınasını. Ses, sessizlik, kar, fırtına, yürümek, durmak, bakmak, tipi, aydınlık, karanlık gibi sayısız bakma - duyma - hissetme biçimiyle an’lar o kadar kırılıp bölünüyor ki, romanı okurken prizmadan enstantanelere bakıyor gibi oluyorsunuz. Başı sonu tıpkı gerilla gibi, hep hareket. İmkansızı aşmada devreye giren kararlılık, tutkunun yol açması, parçalanan anlara camın kırık yüzünden, balık gözünden bakmak; bazen buzdan heykel gibi durup odaklanmak, bazen kar tozlarına dönüşerek sayısız göz olmak, kar yumuşaklığına düşen kristal bardağın çınlayışı, parçalanıp dağılması gibi çoklu algı biçimine hitap ediyor. Bunca ayrıntı büyüyüp küçülen kuyu gibi karanlık halkasıyla, iris tabakasında açılan yelpazesiyle çok farklı bir göze dönüşüyor. Biraz geri çekildiğinde, hassas bir ressamın tek tip tüyden oluşan mikro fırçasıyla, her biri farklı anlamlara açılan kararlı vuruşlarıyla kum renginde mozaik gibi bir göz oluşturduğunu keşfediyorsunuz.      “Tipiyi Geçerken”, sayısız taşla yükselen bir piramidi göklere doğru değil içe doğru oluşturup ayrıntılarla atom altına, enerji sisine, varoluşun özgürlük şiirine iniyor. Özgürlüğü yaptığımız sihirsel enerji ruhumuzu kuşatıp hayal gücümüze dokunuyor. Hayal ki, kanatlarımızdır.

 

An’ın şiiriyle sessiz roman

Herhangi bir çalışmayı sanat katına çıkaran özgürlük, bir çok ayrıntının bir zeka tarafından uyum içinde bir araya getirilmesi ve bu birlikteliğin oluşturduğu estetik bütünlüktür. Bu başarıyı şiirde ve öyküde çokça gösteren A.Rezak Gülmez, gerillada yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı ilk romanında da bunu başarıyor. Susarak anlatan “sessiz anlatıcı” gibi, tam da şiirin doğduğu ölümcül sessizlikten, susarak, konuşmadan, gözleriyle anlatıyor bir bakıma. Goethe “dağlar dilsiz ustalardır ve suskun suskun öğrenciler yetiştirirler” der. “Tipiyi Geçerken” sadece bakarak anın şiiriyle anlatılan sessiz bir roman. Yazar, kendine ateş etmenin cesaretiyle zor ve özgün bir anlatı denerken sesini de oluşturuyor kuşkusuz. Eksiklikleri, fazlalıkları, bir ilk olmanın özgünlüklerini de barındırıyor elbet; ve ulaştığı noktayı aşıp daha başarılı eserler verme umudunu da. Romanın “beyaz-karanlık” atmosferi Kafka’nın yüz sene önce söylediklerini çağrıştırıyor. “Bizim sanatımız gerçeğin aydınlığında insanın gözlerinin kamaşmasıdır. Yalnızca irkilen gülünç yüzdeki ışıktır gerçek olan, başka hiçbir şey değil.”  

 

Gerilla yürümektir; yürümekse yaşamak…

“Tipiyi Geçerken” ruhuna dalmak, gözlerimin önüne çocukken içinde renk cümbüşü, kabarcıklar, türlü şekiller gördüğüm misketleri getirdi. Misketin sihirli evreninin içinde kübik şekiller, kaotik esintiler, fırtınanın gözünü andıran görüntüler keşfederdim. Bazen minik avucumu açıp biraz uzaktan baktığımda başka bir dünya, ya da evrenin herhangi bir yerinde bir yıldız kaymış da avucuma düşmüş ve ben onun sırrını çözmek için ışık oyunları ve tonlamalar yaparak kendimi adeta büyülerdim. Romanda misket perspektifi bazen kırılıyor, çatlaktan bakılıyor, içine sızılıyor, sayısız gezegenin arasında dolaşıyor kelimeler. Bu duygu yağmurunun altında zaman çok dar. Misketin içindeki anlatı evreninde bir kum saatinin tedirgin edici akışıyla yürüyen bir grup gerilla, bir boşluktan bir gaz lambasının içine süzülüp ateşin etrafında yürüyor. Tipinin kaosunda donmamak, ateşte yanmamak, fanusun isli-karanlık camına çarpmamak, yani yaşamak için sürekli dönüyorlar. Yürümek çocuk ruhundan yapılmış bir eylem; tutkuyla bir şeyleri keşfetmek ve yürüdükçe başlangıçların, ilk adımların mekanına dönme isteğini büyütüyor hep. Gerilla yürümektir; yürümekse yaşamak. Direnmek… Özgürlüğü oluşturmak.

Roman, alabildiğine kısıtlı bir atmosferde anlatıyor bir direniş hikayesini. An kırılıyor, şiir kanatlanıp yükseliyor. Hakikat misketin içindeki gaz lambasının aleviyse, gerillalar alevlerin üstündeki beyaz -karanlık tipide, ateşin etrafında dönen pervaneler gibiler; ne kaskatı kesiliyorlar ne de yanıyorlar yürürken. Özgürlük enerjisi gibi dönüyorlar tipinin içinde; gerektiğinde kendilerini ateşe atmaya da hazır… “Her çocuk sanatçıdır, mühim olan büyüyünce de öyle kalabilmektir” diyor Picasso.

Öyleyse “Kısa keselim, tipi gibi eselim.” Goran Yayinevi’nden çıkan, A.Rezak Gülmez’in “Tipiyi Geçerken” adlı romanı okurlarını bekliyor.          

 

MURAT TÜRK / 2 No’lu F Tipi Cezaevi-İzmir


YENİ ÖZGÜR POLİTİKA