salihyazar @ ybhaber.com

Olgun, ağır, her şeyi bilen ve vakıf, ağzından her çıkan kanun olan, mahallenin, semtin, sizin, bizim; hepimizin abisi, babası, veli nimetimiz hatta esbabı hayatımız olan “bizim oğlan” çalıştığı yerden soruları cevaplamayı pek seviyor. Beklemediği yerden soru çıkınca birden  başka bir ruhi âleme eviriliyor. Panik ve telaş konulara iyi çalışmadığını gösteriyor. Tahammülsüz, saldırgan, çokbilmiş, indirgemeci, yargılayıcı tavırlar çabuk ele veriyor kendisini.

Oysa daha bundan birkaç dem  önce munis bir insandı. Ne de çok kızardı böyle yapanlara. Empati yapardı, ”Elimde olsaydı, ben olsaydım…” diye başlayan cümlelerle çözümlerini sıralardı. Heyhat, kimselerin umursamazlığı, ona kulak vermemeleri en büyük derdiydi.

Çünkü siyahtı, ötekiydi, başka semtin çocuğuydu, güvenilmezdi. Beyazların kendisine uygun gördüğü yaftaların ağır yükünü yıllarca çekmişti. Yaşadı, yaşatıldı ve yaşamak zorunda kaldı.

Zaman geçti, devran döndü. Kader onu savurdu yukarılara doğru. İlk zamanlar ödevlerini iyi çalışmıştı. Her konudan çıkan sorulara bir çırpıda cevap veriyor, meseleleri çözüyordu. Rakım yüksek olunca mıdır nedir, soğuk aldı, müzmin bir şekilde hastalandı. Gün be gün başka bir adam oluverdi. Öyle ki yavaş yavaş en çok kızdığı adamlara benzemeye başladı.

Arada geçen boşlukları öyle bir hırsla doldurmağa çalışıyordu ki. ”Sabır sebat karıncayı Hacca götürmemiş miydi.” diyor, her şeyin hakkı olduğunu söylüyordu. Acelesi vardı.Nihayet varacağı yere artık varmış, alacağını almıştı. Her ne kadar alması gereken yol olsa da hesaplarını görmüş, tamamına ermiş sayılırdı. 

Kendisindeki bu hızlı değişim ve dönüşüme kendisi bile şaşırdı. Badireleri bir bir atlatan bizim oğlan, nefret ettiklerine  ne kadar çok imrendiğini, içine ne kadar çok işlediğini ve onlara dönüştüğünü fark etti. Eskiden olsaydı bundan utanırdı. Ama artık..

Zamanla  işleri pekiyi öğrendi. Tıpkı  “İpler(Strings)” filmindeki kahraman gibi: “Hayatın cennetten dünyaya sarkan iplerden aktığı büyülü bir evrende, iki ırkın arasında mazisi asırlara dayanan bir savaş sürer. İki halk, köklü bir nefretle birbirine düğümlenmiştir. Ancak gökyüzünde tüm insanları ipleri birbirine değmektedir. Kehanete göre hem kendine hem de halkına yabancı birisi, cennetten binlerce ipin kopmasına neden olan ve gökyüzünü ateşe boğan bu amansız savaşa son verecektir. Nefretle düğümlenmiş iki halk, sevgiyle birbirine bağlanmalıdır”

Kuklacının kuklalarıyla oynadığı gibi, sevmedikleriyle dilediği gibi oynuyordu artık bizim oğlan.

Yukarıdakilerle aşağıdakilerin oyunudur aslında yaşanan. Bu var olagelmiş evrende bir oyundur. Mazlumlar ve zalimlerin zamanın ruhuna göre yer değiştirdiği bir oyundur.

Zamanın ruhu vardır. Ruh haktır. İnsana yapılan hiçbir şeyi af etmez. Sonsuz dediğin oyunu bozar. Hesabını son kuruşuna kadar görür. Gördüğü hesabı beşeriyetin belleğine  çiviyle kazır. Bizim oğlan bunu unuttu. Belki, aklına getirmek istemiyor.

Tarihte ve beşeriyette bizim oğlan gibilerini çok gördük. Şimdi çoğunun esamisi  hatırlanmıyor. Akılda kalanlar ise başkalarında kendilerini görmeyi başaranlardır.

Geç olmadan biri bizim oğlanın kulağına onu bekleyen hesabın miktarını fısıldasın. Belki zarardan döner. Vallahi yarın çok geç olabilir.

salihyazar@gmail.com