salihyazar @ ybhaber.com

Çiçeği burnunda Milli Eğitim bakanımız göreve geldiğinden beri halim selim bir görüntü çiziyordu. Ancak dün (07.05.2013) okullara yapılacak bağışlarla ilgili duruşu ve görüntüsüyle mütenasip olmayan açıklamalar yaptı.

Dershanelere para döken velilerin, söz konusu okullar olunca para vermekten imtina ettiklerini, her şeyin devletten beklemelerini anlamadığını söyledi.

Bu sözlere eğitimci ve ebeveyn olarak itirazlarım var. İtirazlarımın arkasında yirmi yedi yıllık eğitimcilik ile özel hayatımdan kaynaklı hayli acı tecrübe var.

İlk itirazım, sosyal devletin yapmak zorunda olduğu hizmetleri kıyas üzerinden başa kakmak, vatandaşa lütuf olarak göstermek ”sosyal devlet” iddianız ile çelişmektedir.

İkincisi, mutlaka velilerden belli bir sistem içinde okullara para akacaksa, okullarda yapılacak her iş ve işlemde, belirlenecek kurallarda velilerin ve vatandaşların söz hakkı olmalıdır. Vatandaştan alınan paralarla kafanıza göre dayatma ve biçim verme yapamazsınız.

Üçüncüsü, okullarda “çoklu zekâ “ anlayışıyla eğitim verdiğinizi iddia ederken, öte taraftan üniversitelere öğrenci seçiminde matematik ve sosyal zekâ ölçen testlerle öğrenci seçimini sürdürmek; samimiyetsizliktir.

İyi bir üniversiteye girebilmek için, öğrenci seçme sınavlarına tabi tutulan öğrencilerin (Yaklaşık 2 milyon öğrenci) % 2 devlet garantili bölümlere, alanlara girebilmekte ve iş bulabilmektedir.

Dördüncüsü,1974 yılından beri uygulanan öğrenci seçme sınavlarına bakıldığında devlet okullarının başarıları giderek azalmış, dip yapmıştır. 

Bunun farkında olan vatandaş(özellikle orta tabaka),başta dershaneler için olmak üzere bir takım yerlerden kaynak sağlayarak, paraya kıyarak ve fedakârlıklarda bulunarak çocuklarını acımasız yarışın içinde tutmaya çalışıyor. Okullarda dağıtılan bedava kitaplarla bu iş yürümüyor. Dağıtılan kitapların reel karşılığı ve uygulanabilirliği yoktur. Kitaplarda var olan müfredat ile öğrenci seçen test kültürünün mantıkları tamamen farklı.

Beşincisi, öğretmen yetiştiren kurumların kalitesidir. Öğretmenlik; entelektüel boyutu olmayan, donanımsız, alelade büro memuru haline getirildi. Niteliğe dayalı değil niceliğe dayalı öğretmen yetiştiren kurumların sayısı son yıllarda arttı. Çözüm geliştirebilecek, taşıdığı ismin altını doldurabilecek becerilerden yoksun, etiketi “öğretmen” olan bireyler yetiştirilmektedir. İngilizce başvuru formlarını tercümana doldurtan İngilizce öğretmenleri gibi.

Devlet okulları zorunlu olmasaydı, iddia ediyorum hiçbir vatandaş çocuklarını yarışın içinde tutabilmek için devlet okullarına değil,  dershanelere gönderirdi.

Son olarak, okullarda  gerçekleştirilen eğitim-öğretim çalışmalarının ilham aldığı yasal dayanaklar. Fi tarihinden kalma, ciltler ve klasörler dolusu, hiçbir işe yaramayan mevzuat yığınlarının içinde eğitim öğretim hapsolmuştur. Devlet okullarında, idareci ve öğretmenler mevzuatların bekçisi, takipçisi oldu.

Durumun farkında olan birkaç okul, yarışın içinde  olabilmek adına, mecburen eğitim çalışmalarını öteleyerek, öğretime/akademik savaşlara ağırlık veriyor. Bu zaten kınadığınız dershanelerin yaptığı faaliyet alanı değil midir? Dolayısıyla vatandaş dershaneleri elbette çocuklarının geleceği için önceleyecektir. Vatandaş aptal mı, tüm olup bitenleri görüyor. 

Ah birde, Ankara’nın sakinleri görebilse!

salihyazar@gmail.com