deniz-ozd36 @ hotmail.com

 

   Bu günlerde korona virüsü nedeniyle toplum olarak zor günler yaşamaktayız.  Allah azze ve celle  kullarını bu tür imtihanlar ile sınamasın. Aynı zamanda   sosyal medyada ilginç istatistiklere şahit olmaktayız. Bu istatistiklere göre; zina oranlarının düşmesi, yaralama, gasp,  trafik kazaları gibi olaylar toplum içinde en aza inmiştir. Olayın bu yönünü ele almayacağım. İnsanlar korona virüs ile meşgul olurken, başka  ırklara karşı tepkileri azalmış durumda. Başka bir ifadeyle insanlar, birbirlerine karşı “ırkçılık”  yapmamaya başladılar. Bunun sebepleri; insanların ölüm korkusuna kapılması, kendi dertlerine düşmeleri, medyanın sık olarak pompaladığı zehir dolu  haberlere ara vermesi  olarak sıralayabiliriz. Medyada büyük bir etkisi olan Kemalistleri ölüm korkusu sardığından dolayı mıdır   bilemiyorum ama, aynı zamanda  Kemalist düşüncenin eseri olan  “ırkçılık” ve suç  vakaları da  ani bir düşüşe geçti. Suçlardaki bu ani düşüşlerden umutlu değilim ama umarım yanılırım. Çünkü huylu huyundan vaz geçmediği gibi, şeytan şeytanlığından vazgeçmez. İslam’ın  girmediği zihniyete, nefse şeytan çabuk yer bulur. En büyük değişimler fikirlerin değişmesiyle gerçekleşir.

   Son zamanlarda  gündemde her zaman yerini koruyan “ırkçılık” ile alakalı bir yazı yazmayı düşünüyordum.  Ama gündem aniden insanlar arasında  paniğe yol açan korona virüsüne  dönerken  bu konuyu bir zaman askıya aldım. Şuan vakıanın değişmesi ile, daha önce toplum içinde gündemini koruyan “ırkçılık”düşüncesi de bizler ile beraber içeri kapanıp uygun bir zamanı kollamaktadır.  Son yüz yılın en büyük  hastalığı olan “ırkçılık”  virüsten daha tehlikeli olup, panzehri İslam olmasına rağmen bizler ile karantinaya girmiştir. İnsanların dışarı çıkması  ile “ırkçılık”  hastalığı da tekrar sokaklara taşınacaktır.

  Konuma başlarken, başlıkta okunduğu gibi insanların başkalarından kendini üstün görme psikolojisi nerden geldi, bunun çaresi nedir? Bunun üzerinde durmak istiyorum.  Allah Teâlâüstünlüğü  tanımlarken ırklar üzerinden değil  “takva ve itaat” ile tanımlamıştır. Olayın bu tarafından bakmak olmazların olmazıdır.    Çünkü insanlara Allah’ın değer verdiği değerler üzerinden bakma zorunluğu olmalıdır ki, bakış acımız  değişebilsin.  Bu değişim sıradanlaşmış bir fikri bakış acısı  ile olmamaktadır.  

  Genel olup, kuvvetli bir değişim fikrine sahip olamayan  çoğu cemaat önderleri, cami imamları medyanın sık olarak kullandığı zehirli dile ferasetlerini  kör ettiler . Bu tür cemaat liderleri, cami imamları, medyanın durmadan saçtığı zehirli düşünceleri tevil etmeye, İslam’dan  olmayan düşük fikirlerle  cevap vermekteler. Olayın var olup olmamak arasındaki o değişimi tam olarak tasavvur edememektedirler.  Bu ince çizgi üzerinde Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem  verdiği İslam mesajını  net, berrak olarak anlamak zorundayız.  Zira bu din tavizler üzerinden alınmış bir din değil. Demokrasi boyası ile boyanmış düşüncelerle de alınacak bir din   değil. İslam’ın insanlar üzerinde oluşturduğu değişimi tüm benliğimizde hissetmeliyiz. Ancak o zaman İslam’ın aynı karından olmasak ta, başka kavimlerle olan din kardeşliğini anlamış oluruz.

   Bildiğiniz gibi  eski bir Habeşli  köle olan  Hz. Bilal, arap olmamasına rağmen Müslümanların kutsalı olan Kâbe’nin üzerinde ilk ezanı okumuştur. Bu normal sıradan bir hikaye gibi gelebilir.  Bu olay insanların Allah huzurunda ne kadar adaletli, eşit olduğunu bizlere göstermektedir. Aynı safta, zengin ile fakirin omuz, omuza durması İslam’ın insanlara verdiği  değer ve eşitliktir. Bu eşitliği  Müslüman olmayan hiç bir toplumda bulamayız. Müslüman olmayan toplumlar, insanlık adına bir şeyler yapmak istese de  var olan şartların kaybolmasıyla yüzlerini belli ettirmektedirler. 

    Şu örneği, tüm bedenimizde hissetmek için, siz değerli kardeşlerimle paylaşmak istiyorum . İslam ile şereflenen bir grup sahabe mescit-i nebevide halka kurmuş birbirileriyle sohbet ediyorlardı. Aralarından birinin Selman-ı Farisi ile problemi vardı. O kişi de, Hz. Selma’nı zorda bırakmanın yollarını arıyordu.  Mescitten içeri adımını attığında, onunla sorun yaşayan sahabe, Hz. Selma’nın işiteceği  bir şekilde yanındaki arkadaşlarına kabile ve soylarıyla ilgili sorular sormaya başladı.

  “Soyun nedir sülalen nereye dayanıyor, hangi kabiledensin” Şeklindeki sorulara, o cemaatte bulunan sahabeler  çeşitli cevaplar verdiler. Soruya cevap olarak her birisi kendi soyu  ve kabilesi ile ilgili bilgiler aktardı. Birisi şöyle cevap verdi:  “Ben şerefli Mudar kabilesindenim.” Bir başkası, “Ben Evs kabilesindenim, benim babam Medinelilerden  en şereflilerin oğludur” seklinde konuştu.  Bir başka sahabe, “Ben de Temin kabilesindenim, falanın oğlu falanım dedi” Bir başkası da, “ben de Kureyş kabilesindenim, insanların şereflilerin soyundanım.” cevabını verdi. 

  Halkadakilerin verdiği  cevaplar bitince, sohbeti idare eden kişi o ana kadar bütün söylenenleri üzüntüyle dinleyen Hz. Selman’a döndü ve ona şu soruyu sordu: “Ya Selman! Senin soyun nereye dayanıyor, sen nerelisin, hangi kabiledensin?” Soruyu soran kişiye göre Selman’ın vereceği cevap olmamalıydı. Çünkü Selman acemdi yani İranlıydı ve hicret ettiği Medine’de  garipti ve bilinen bir soyu da yoktu.

    Hz. Selman, ciddiyetini bozmadan kendisine yöneltilen soruya cevap vermek için önce boğazını temizlemiş ve sonra kıyamete kadar yeryüzündeki bütün Müslümanlara ders olabilecek nitelikte olan şu cevabı vermişti: “Ben İslam’ın oğlu Selman’ım.”Bu cevabı verdikten sonra boğazı düğümlenmiş, gözleri dolmuştu Hz. Selman’ın. Daha sonra titrek bir  sesle ve gözyaşları içinde konuşmasını şöyle sürdürdü:  “Ben delaletteydim, sapmış bir insandım. Allah Teâlâ Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem  ile beni hidayete erdirdi. Ben fakir ve yoksul biriydim. Allah Teâlâ beni Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem  ile zenginleştirdi. Ben basit bir köleydim, Allah beni Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem  ile özgürlüğüme kavuşturdu . İşte benim soyum ve ırkım budur. “Ben İslam oğlu Selman’ım!”

 Cevaptan sonra herkes susmuştur, kimseden ses seda çıkmamaktadır. Ancak herkes söylenenlerden kendine bir pay çıkarmıştır. Selman’ın yüreklere hitabı, orada bulunan sahabelerin duygularına tercüman olmaya değer bir konuşma olmuştu. Yüreklerde İslam kardeşliği bir kez daha canlanmış, duygular kaynamaya başlamıştır.

  Mescidin bir köşesinde olanlara şahit olan Hz. Ömer bu sözlerden sonra ayağa kalkmış, topluluğun yanına gelmiş ve onlara şunları söylemiştir: “Benim de soyumu öğrenmek istiyor musunuz? Cevap vereyim, ben de İslam’ın oğlu Ömer’im. İslam’ın oğlu Selman’ın kardeşiyim.” 

 Hz. Ömer’in bu cevabından sonra mescitteki sahabelerden  biri ayağa kalktı: “Ben de İslam’ın oğluyum.”dedi. Sonra başka bir sahabe, daha sonra diğer bir sahabe ve en sonunda da oradakilerin tümü ayağa kalkmış, ağlayarak ve birbirlerine sarılarak “Ben de İslam’ın oğluyum.”demişlerdir.

    Ezberleri bozan bu olay, sahabeler  arasında geçen  ve ırkçılığı ayaklar altına alan ibretlik bir örnek  olarak tarihe geçti. Çünkü her kelimesinde ilim ve medeniyet kokan bir nasihat.  Sahabeler, eski adetlerden kaynaklanan  buna benzer durumları ve sonrasında tüm hayatımıza örnek olacak bu olayı gözler önüne serdiler. 

  Önceden bilinç altımıza yerleştirilmiş sözler nedeniyle  diğer “ırklardan”üstün olduğumuzun vehmine kapıldık. İnsanları eleştirirken ırklar üzerinden baktık ve bu da tüm insanları aynı kefeye koymamıza  sebep oldu. Ne yazık ki insanlara olan bakışımız adalet üzerine değil de her zaman ön yargılar üzerine oldu. İnsanları suçladığımız konular ile ilgili hiçbir zaman  önce kendimizi  eleştirmedik.  İnsanlara ırklar üzerinden baktık. Bir kişinin yaptığı  hatayı tüm bir ırka mal ettik. Kendi ırkımıza gelince pek de adil olamadık. 

   Bu zamanda insanlar, bir insanın hatasını, mensup olduğu  ırka mal ederek, bir kişinin yapmış olduğu hatayı, hepsine yüklediler. Kendi ırklarından  olmayan insanlara  ön yargı ile baktılar.  Buda tamamıyla fikri bir zafiyettir. Kendini üstün görmektir. At gözlüğü ile bakmaktır.  Her ırkın, doğal olarak kendi içinde yatan cevherleri vardır. Her ırkın yetiştiği ortamlar,  olumsuz hayat  şartları,  yaşam biçimleri, o yöredeki insanlar üzerinde olumsuz bir izlenim bırakmış olabilir. Bu tür yaşayış biçimleri tüm bölgelerdeki yaşayan ırklar için geçerlidir. Her toplumun iyisi de kötüsü de vardır. Önemli olan bunu içselleştirmeyip  nasihatler ile bir yaşam sürdürebilmektir. 

   Bir babanın beş  kardeşinden biri olup, hata yapan kardeşimizin hatasına nasihatte bulunurken, bizler Müslüman olma nedeniyle bizden olmayan diğer toplumdaki Müslümanlara da aynı şekilde yaklaşmak zorundayız. Hataları ele alırken Allah cella cellluhu’nındeğer verdiği değerler üzerinden bakmak zorundayız.  Öyle insanlar vardır ki kanı senden değildir. Ama senin ana-babadan olan kardeşlerinden üstün olabiliyor. Rabbim, Onun dinini hakkı ile yaşamayı bizlere nasip etsin. İçimizde bulunan  aşağılık kompleksini bizlerden uzak eylesin. Allaha hamd olsun ki insanları kavim, kavim yarattı. Değişik değerleri, değişik becerileri bizlere görmeyi nasip etti. Allaha hamd olsun ki; kendi ırkımızla böbürlenmeyi yasaklayıp  üstünlüğün  “takvada ve itaatte”olduğunu bizlere gösterdi. Değilse insanlar arasındaki kavgalar bitmezdi. Unutmayalım ki şeytanda Hz. Adem  (a.s)’a karşı kibirlenip, büyüklenip, kendini  üstün görme psikolojisine girmiş ve Allah’ın emirlerine karşı gelmişti.

   “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız  O’na itaatsizlikten en fazla sakınanızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır. (Hucurat:13)