salihyazar @ ybhaber.com

 Bu gün,13 Ocak 2013, Pazar günü Zaman gazetesinde çıkan Üstat Hilmi Yavuz’un toplumumuzun kangren olmuş sorunu, bir şeyleri “Kültleştirme” hastalığını anlatan muhteşem makalesini aldım. Şartlı refleksleriniz yoksa hepinizin alacağı bir hissesi mutlaka vardır.

 “Bizim insanımızın yüceltmeyi de, aşağılamayı da ifrata vardırmak konusunda üstüne yoktur. Birini yüceltmek mi istiyoruz, toz kondurmak şöyle dursun onu göklere çıkarmak için elimizden geleni yaparız. Kişilerin kültleştirilmesinin [personality cult] daha çok Doğu toplumlarında görülüyor olması herhalde tesadüf değildir.  Bunun Asyatik despotizmle, despotların kültleştirilmesiyle ilişkili olduğu da söylenebilir;-söylenmiştir de!

 Dolayısıyla, bu konuda kullanılması gereken doğru terim: kültleştirmedir; tabulaştırma değil!  Kişinin bir kült [tapınç] nesnesi haline getirilmesi onu, tabularda olduğu gibi, dokunulmaz kılmaz: Üstelik tabunun dokunulmazlığı konusunda bir uzlaşma vardır; kültleştirmede böyle bir uzlaşma, yani o toplumdaki herkesin, kült kişisinin dokunulmazlığı konusunda ön kabule dayalı  bir uzlaşmaya vardığını söylemek mümkün değildir.Siyaset adamlarını ve liderleri bir yana bırakalım: Kültleştirme, bütün Doğulu despotik geçmişi olan toplumlarda özellikle liderlere yönelir. Toplumun bir kesiminde öne çıkmış olan kişilerin de, kültleştirildikleri görülüyor: Tipik örnek: ‘Şair-i âzam’ Abdülhak Hâmid!

Abdülhak Hâmid, yaşadığı dönemde büyük bir kültleştirme hâlesi ile kuşatılmıştır. Öylesine övülmüş, öylesine yüceltilmiştir ki, Celâl Nuri ‘Shakespeare bile Hâmid’e bazen yaklaşıyor’ demiştir. Cevdet Kudret’in  ‘Bir Bakıma’ adlı kitabında bildirdiğine göre, Hâmid bir şey söylese, Süleyman Nazif önünü kavuşturur, ‘gökteki büyük biraderiniz de böyle düşünüyor’ dermiş. Tevfik Fikret’e göre ise, ‘Dâhi-i Azam’dır Hâmid: ‘Güler ey dâhi-i âzam senin, fevkınde ecrâmın’ (‘Eu ulu dâhi! Senin başın yıldızların üstünde güler!’). Yakup Kadri, Hâmid’in ‘sesinde bile dehâ’ bulur! İsmail Habib de Fuzulî, Bakî, Nef’î, Nedim, Şeyh Galib, Şiraz’lı Hâfız, Sadî, Firdevsî, Ömer Hayyam, Corneille, Racine, Victor Hugo ve Shakespeare’in adlarını andıktan sonra, ‘bütün bu sayılan şairleri hep birbirine karıştırınız; Şark’ın ve Garb’ın (Doğu’nun ve Batı’nın)  Fürs (Fars) ve Türk’ün bütün bu muhtelif şairlerden muhtelif evsaf ve mezâyâ (vasıflar ve meziyetler) alarak onlardan yepyeni, apayrı bir deha yaratınız: İşte Abdülhak Hâmid budur!’ demeye kadar vardırır işi...

Sadece Hâmid mi, -değil elbette! Bakî Efendi ‘Sultanüşşuarâ’dır, Necip Fazıl da... Abdülhak Hâmid ise ‘Şair-i Azam’dır. Sevgili Talât Halman, bana şaka yollu ‘şair-i azâm’ demişti de, herkes ciddiye aldıydı. Hatta bazı biyografilerde ‘Talât S. Halman, kendisine “şair-i âzam” unvânını vermiştir’ diye, ciddi ciddi yazanlar oldu! Ne yapalım, nükteden anlamayan nesle âşinâ değiliz, demekten öte…Kültleştirme hastalığı [ki, bu bence gerçekten ruhsal bir meseledir!] ağırlıklı olarak ideoloji odaklıdır. Eğer ideolojik olarak sağ’da ve muhafazakâr sayıyorsanız, sağ’ın ve muhafazakârlığın öne çıkardığı kimlikleri; yok eğer solda iseniz, sol’un öne çıkardığı kimlikleri kültleştirirsiniz: Bu kimlik şair de olabilir siyaset adamı da! Hiç fark etmez: yüceltme, ululama, eşsizleştirme!Bunun tersi de doğrudur elbet. Bizim karşı olduğumuz ideolojilerin önde gelenlerini karalamak, aşağılamak, yerle bir etmek! Eskilerin ifratla tefrit arasında gidip gelmeler! Niçin bir ‘ümmetün wasatan’ olamıyoruz, ya Rabbi?  “

salihyazar@gmail.com