salihyazar @ ybhaber.com

Hiç kimse başkasını kendi inancına inanmıyor diye sorgulama ve yargılama hakkına sahip değildir. İnanç insanın yüreğinden gelen bir şeydir. İnanç; kavram, fikir her ne olursa olsun sorgulanmayı ve yargılanmayı hak etmiyor. İnsanı, kavram, tanım, olay ve olgular üzerinden sınıflamak, tenkit etmek, yargılamak ve cezalandırmak; her yolu mubah saymak meşruiyetin doğasına aykırıdır. 

Bu davranışın  kaynağında, kültürümüzün bir parçası olmuş “tekfir” anlayışı yatıyor. “Tekfirin kaynağı akıl değil, nakildir.” diyor üstat Mustafa İslamoğlu. İnsanların inanç sistemlerine, bulunduğunuz yerden bakamazsınız.

İslami olarak kitap, sünnet, kıyas, kelam, fıkıh, icma bilmiyorsan söz söyleme hakkın yoktur. Beşeriyetin kültür ve medeniyet birikimine sahip olmadan yargılamak, tasnif etmeye kalkışmak yine üstat Mustafa İslamoğlu hocamızın dediği gibi “Allah’tan rol çalmaktır.” Meşruiyetimizin tartışılmasını istemiyorsak, toplumların ilgisine mazhar olmuş başka fikir, düşünce dünyalarına saygılı olmak zorundasınız. Bize saçma da gelse kişilerin evrensel meşru zeminde geçen hayatları bizim için kutsaldır. Saygılı olmak ve anlamak zorundayız.

İktidar, güç, egemenlik ve otorite sizdeyken karşı grupları, fikirleri, anlayışları ve inanışları suçlayarak, ortadan kaldırmak için düşmanlarıyla karanlık ilişkilerin içine girmeyeceksiniz. Komplo teorileri uğraşmak yerine “evrensel değerler aynasına” bakarak aksimizi görerek meşruiyetimizi sorgulamalıyız. İnsanlığın neresinde durduğumuzu görmek için.

Elitistlere, iktidarlara, egemenlere ve otoritelere karşı varlıklarını sürdürmek amacıyla muhalefet edecek olanlar her zaman olacaktır. Demokrasilerde ve demokratik devletlerde, iktidara, meri olan düşüncelere karşı gelişen ve gelişmeye çalışanlar olacaktır. Yok, sayamaz, gelişmelerine katkı  sunmalarını sağlarsınız. Yaşat ki yaşayabilesin anlayışı vardır. Buna imkân verilmezse, yaşanılan “ayıplı” ve ”engelli” demokrasidir. Meşruiyet için halkın tercih ve teveccühlerine, saygılı olmak ilk şarttır. Falaka ve şiddet aracı değildir. Demokratik kültürün ortaya çıkmasını sağlayan “terbiye” aracıdır.

Yaşadığımız demokratik med ü cezirler, yapılmaya çalışılanların “meşruiyet” taşımadığını gösteriyor. Meşruiyet sınırları, şartları zorlandıkça ülke ve toplum olarak sürekli bir yerlere savruluyoruz.

Halkın normalleşme talepleri göz ardı edilemez. Devlet, toplumu normalleştirmek için kendini meşruiyet sınırları içine çekmelidir. Ancak özgür olan bir  toplum kendini yeniden organize edebilir  ve kurgulayabilir. Soğukkanlı ve aklıselimle yapılanların sonucunda ortaya çıkacaklar neleri ve ne kadar çok zaman kaybettiğimizi gösterecektir..

Meşruiyet, dayatılan korkularımızın yersiz olduğunu gösterecektir. Yeter ki insanı sevelim ve insan sevgimizi organizasyonun en merkezine koyalım. Ki tarih bizim meşruiyetimizi bir daha sorgulamazsın.

salihyazar@gmail.com