Almanya'da yaşayan politika uzmanı Yaşar Aydın Türkiye'nin son yıllardaki diaspora faaliyetlerinin olumlu gerçekleştiğini belirtirken Almanya'nın bu durumu tehdit olarak algıladığına dikkat çekti. Aydın, Türkiye ve Almanya arasındaki diplomatik ilişkileri, Almanya'daki Türklerin durumunu ve Erdoğan'ın son ziyareti sonrası Alman algısını derinlemesine analiz etti.

Perspektif dergisinden Elif Zehra Kandemir'e konuşan Yaşar Aydın'ın o röpotajı;

"Yeni Türk Diaspora Politikası" isimli bir çalışma yayınladınız. Önce araştırmanız ve araştırmanın yayınlandığı kurum olan SWP hakkında kısa bir bilgiyle başlayalım isterseniz.
Siyaset ve Bilim Vakfı (Alm. "Stiftung für Wissenschaft und Politik"-SWP), Alman Federal Meclisi'ne bilgi sunan partiler üstü bir think tank. Kamusal kaynaklardan faydalanmasına rağmen özerk bi yapıya sahip. Bütün partilerin SWP Denetim Kurulu'nda temsilcileri var. Alman dış politikasını ilgilendiren bütün konular SWP'yi de ilgilendiriyor. SWP'nin şöyle bir özelliği daha var: Çalışan bütün sosyal bilimciler kendi akademik görüşlerini söylerler, kurumun resmî bir görüşü yoktur. Ben de orada yaptığım bütün araştırmalarda kendi akademik görüşümü temsil ettim.

Peki neden böyle bir çalışma?

Almanya'da bu yönde bir tartışma vardı. Bu biraz da Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, başbakanlığı dönemindeki Almanya gezileri ile ilgili medyal tartışmanın sonucuydu. Bu tartışmanın temel noktası, "Erdoğan neden buradaki Türklere ilgi gösteriyor?" idi. Almanya'da buradaki Türkiyelilerin Türkiye ile ilişkisinden rahatsız olan bir kitle var ve bu görüş Alman siyasetinde ve medyasında ciddi bir şekilde temsil ediliyor. Ben bunun yanlış olduğunu ve ulusaşırı yönelimlerin Almanya için tehlikeli olmadığını düşünüyordum. Bu sorulardan hareketle araştırmayı yaptım. Bu çalışma, Alman söylemlerinden ve tartışmalarından hareketle oluştu. Dolayısıyla araştırmanın asıl hedef kitlesi Alman karar vericileri ve Alman medyası.

SWP'nin konumu göz önüne alınarak, ulusaşırı organizasyonların tehdit değil şans olarak görülmesi yönündeki önerinizin dikkate alınacağını düşünüyor musunuz?

Elbette. SWP içinde bilimsel forumlarda bunu tartışmaya açtım, bu öneri gerek yöneticiler gerek diğer akademisyenler tarafından ilgiyle karşılandı. O noktada ciddi bir tepkinin olduğunu düşünmüyorum, bilakis tezlerime karşı bir onay da gördüm. Almanya'nın, buradaki Türkiye kökenlilerin Türkiye ile ilişkilerini kabul etmesi gerektiğini savunan insanlar mevcut.

Şöyle bir şey var bununla ilgili: Almanya'da ciddi bir işlevselleştirme var. Erdoğan'ın Köln'de yaptığı konuşmadan cımbızla asimilasyonun insanlık suçu olduğuna dair bir cümle çekip alındı. Bu bir konstruksiyon hatası. Çünkü öncesinde, "Sizin asimilasyona karşı tavrınızı biliyor ve bunu destekliyoruz." diyor. Bu doğru, fakat Erdoğan, "Sizi zorla asimile etmek istemeleri yanlıştır." deseydi, hiçbir problem ya da akademik alandan tartışma olmayacaktı. Ama "Asimilasyon insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur." dediğiniz zaman bu problemli olur. Çünkü bir göç araştırmacısı olarak tarihteki birçok örnekten biliyorum ki göçün olduğu yerde her zaman asimilasyon da olmuştur. Bu Türkiye için de geçerli. Bugün bizim Türk dediğimiz kitlenin hepsinin ataları Orta Asya'dan gelmiyor. Örneğin Arnavut gelmiş, Müslümanlık üzerinden asimile olmuş. Bu cümle o açıdan problemliydi, ama yine de cımbızla çekilip alındı, bağlamından koparıldı. Ben de şunu ifade etmeye çalıştım: "O cümleyi eleştirelim, Ama bir de sonrası var." Sonrasında diyor ki: "Almanya'daki eğitim olanaklarından faydalanın, sosyal olarak yükselin, Almanca'yı öğrenin, siyasete katılın." Bu göz ardı ediliyordu, ben buna vurgu yaptım. Bu, Alman karar vericileri ile yaptığım sohbetlerde ilgiyle karşılandı.

Öte yandan "diaspora" kavramı, Almanları provoke ediyor, kabullenmek istemiyorlar. Çünkü diaspora kavramı Yahudilerin deneyimiyle özdeşleşmiş bir kavram. Bu kavramla geçmişte travmatik bir olay, katliam ve sürgünle yurdundan ayrılmış, dünyanın dört bucağına dağıtılmış bir topluluk algılanıyordu ve hep Yahudiler, diğer sürgün edilmiş topluluklar akla geliyordu.

TÜRKİYE KÖKENLİLER ERİMİYORLAR

Devlet için örgütlenme boyutu da var bunun. "Bir Alman ulusu var, Türkiye kökenliler burada erimiyorlar." olarak algılanıyor. Daha da kaygılı insanlara gidince, onlarda da, "Bunlar 5. kol, truva atı" gibi iddialar görülüyor. Bu da 19. yüzyıl diskuru. O dönem ulusal mobilizasyon çağında azınlıklar tehlikeli olarak görülüyordu. 1. Dünya Savaşı'na giren bütün uluslar yabancı gruplarını dışlamışlar, kamplara koymuşlardır. Bunu en demokratı da, daha az demokratı da yapmıştır. "5. Kol", "truva atı" ya da "ulus içinde ulus" gibi düşüncelerin nedeni bu. Diasporanın truva atı olarak kullanılabileceğine dair düşünceler çok belirgin olmasa da bilinçaltında hâlâ var. Bu olumsuz çağrışımları nedeniyle de diaspora kavramı insanların hoşuna giden bir kavram değil. Mesela ben araştırmada "ulusaşırı community" deseydim belki daha farklı yaklaşılabilirdi. Ama biraz da bilinçli kullandım bu kavramı. İnsanlara şunun mesajını vermek istiyorum: "Günümüz küreselleşme koşullarında diaspora oluşumları gayet normaldir. Buna engel olmanın bir anlamı yok. Engel olacağım diye uğraşıp ilişkilere zarar vereceğine, bunu bir fayda olarak algıla!"

"Türk diasporası" kavramı Almanya dışında da çok yaygın kullanılmıyor sanırım...
"Diaspora", bir öztanım kavramı değil. Türkler kendilerini tanımlarken "Türkiyeliyim" diyor, etnik bir gruba mensupsa "Kürdüm" diyor, "Hamburglu Türküm", "Avrupalıyım" ya da "Türk kökenli Almanım" diyor. Bu tanım kaygısı Türkiye kökenli derneklerde de var. Bazı kurumlar, "Başımıza iç açılmasın" diye diaspora kavramını kullanmamaya özen gösteriyorlar. Onlarla birebir konuşmamızda aslında aynı tanımı yapıyoruz. Yani benim diaspora kavramı ile ifade ettiklerim onların söylediklerinin aynısı. Ama yine de kullanmamayı tercih ediyorlar.

Almanya'da Türkiye kökenli derneklerin ulusaşırı olduğunu ifade ettiniz. Bu Almanya'nın yanında elbette Türkiye ile de iletişim hâlinde olmayı beraberinde getiriyor. Türkiye kökenli dernekler, Türkiye'nin diaspora politikası ile Almanya'nın İslam, azınlık ya da uyum politikası arasında ne tarz sorun ya da ikilemler yaşıyorlar?

Türkiye buradaki Türkiye kökenli kitlenin iyi bir şekilde entegre olmasını istiyor. Şöyle düşünüyor: İyi entegre olmamış bir Türk toplumunun hem kendine zararı olacaktır, hem de bu dış politikada sorunlar yaratacaktır. İyi entegre olmuş bir Türk toplumunun Türkiye'nin Avrupa Birliğine (AB) itirazlarda bir gerekçeyi eksilteceğini ve entegre olmuş Türk toplumunun Avrupalılara şu sinyali vereceğini düşünüyorlar: "Bakın Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesinde bir sakınca yok; Türkler zaten entegre olmuş şekilde Avrupa'da yaşıyorlar. Dolayısıyla Türkiye aslında Avrupalı bir ülkedir." Burada bu açıdan bir çatışma yok, buradaki Türkiye kökenli derneklerle uyuşma var.

Başka bir ilginç nokta da şu: Erdoğan'ın buraya gelip "Ben sizin arkanızdayım" sinyali vermesi Almanya'da tepki çekiyor. Ama içlerinde Erdoğan'ı ya da AK Parti'yi sevmeyen, hatta "Bir an önce gitseler de kurtulsak" diyen birçok kişi de, "Ben bu adamları sevmem, ama başbakan da gelip mertçe kafa tutuyor" diye gizli bir hayranlık belirtiyor. Ama Türkiyeli dernekler ve kurumların burada yakalamış olduğu bir özerklik var. Onu kaybetmek istemiyorlar. Türk hükûmetiyle çok içli dışlı olduklarında buradaki işlevlerini yerine getiremeyeceklerini çok iyi biliyorlar.

Almanya, Romanya'da, eski Sovyet ülkelerinde ya da Özbekistan'daki Almanlara kültürel kurumlar kurarak, kiliseleri destekleyerek maddi olarak kaynak ayırıyor. Bu durumda Türkiye kökenlilerin "Biz Türkiye ile organik bağa sahip olursak buradan dışlanırız" korkusu taşıması bir çifte standardın sonucu değil mi?

Mutlaka, ama bir zorunluluk var. Burada bir parantez açalım. Almanların Romanya'daki durumları biraz farklı, oradaki gruplar daha küçük gruplar ve onlara maddi destek sağlamak daha sorunsuz. Ama burada üç milyonluk Türkiye kökenli bir kitle var. Bu kitlenin Türkiye ile çok organik bağı olması da sağlıklı bir durum değil. Bir de Romanya'daki azınlığın Roman kamusal kaynaklarından faydalanma durumuna bakmak lazım. Roman kamusal kaynağından faydalanıp, Almanlarla çok sıkı bağları olursa, Romanya sorun yaratır.
YUNUS EMRE KÜLTÜR MERKEZİ OLMAMASINI ANLAYAMIYORUM

Ben Almanya'da hâlâ bir Yunus Emre Kültür Merkezinin olmamasını anlayamıyorum. Şunu sorguluyorum: Almanya'nın en fazla 100 bin Alman'ın yaşadığı Türkiye'de Friedrich Ebert Vakfı, Konrad Adanauer Vakfı, Friedrich Naumann Vakfı ve Rosa Luxemburg Vakfı var. Bunun yanında Goethe Enstitüsü ve Alman okulları var. Bunlar Türkiye ile Almanya arasında birer köprü işlevi görüyorlar ve dolayısıyla son derece önemliler. Türkiye'nin neden Almanya'da bir vakfı, araştırma merkezi yok, bunu sorguluyorum. Bu olmalı, bunu Türkiye de yapmalı. Ama kitlesel orgütlerin Türkiye ile organik bağlarının olması biraz sorunlu. Ben Türkiye kökenli biri olarak Türkiye ile bağlarımın sürmesini istiyorum, buna ihtiyacım da var. O yüzden çifte vatandaşlığı istiyorum. Diğer taraftan da ben Türkiye'nin resmî elçisi değilim. Alman toplumunun bir bireyi olan benden Türkiye, bir elçi gibi davranmamı beklememeli.
BAŞBAKAN ERDOĞAN DEĞİL MERKEL'DİR DENİLDİ

Asıl sorunuza geri dönelim. Bu anlattığım Türk diasporasının, Türk diaspora politikası karşısındaki durumu. Diğer yandan Almanya'nın Türk diasporasına tutumunu incelemek gerekiyor. Almanya'nın uzun zaman bir entegrasyon politikası yoktu, geri dönüş politikası vardı. Hatta geri dönüş imkânını canlı tutmak için çocuklara Türkçe dersleri veriliyordu. Bundan vazgeçildi, şimdi buradaki kitleyi buraya entegre etmek istiyorlar. İslam buranın bir parçası olsun deniliyor. Burada çok farklı bir yöne savruldu Almanya. Eskiden geriye dönebilsinler diye Türklerin Türkiye ile bağlarının canlı kalmasını istiyordu. Şimdi Türkiye ile bağlarının mümkün olduğu kadar azalmasını istiyor. O yüzden Türkçe teşvik edilmiyor, iki dillilik çok da istenmiyor aslında ve ulusaşırı yönelimlere pek de iyi gözle bakılmıyor. O nedenle Alman karar vericilerin büyük kesimi Türkiye'nin diaspora politikasından rahatsız. O nedenle sıklıkla, "Buradaki Türkiyelilerin başbakanı Tayyip Erdoğan değil, Merkeldir" denildi.

Öte yandan Almanya "entegrasyon" ya da "İslam" derken İslam'a millî güvenlik çerçevesinden bakıyor. Oradan baktığı için buradaki dinî kurum ve kuruluşlara, radikallikle mücadele gibi bir takım görevler yüklüyor. "İslam Avrupa'nın ya da Almanya'nın bir parçasıdır" derken aslında sembolik bir sinyal veriliyor. Bu kuşkusuz son derece olumlu bir yaklaşım, ama aynı zamanda çok karışık bir durum. Şimdiki Avrupa'nın ötekisi de İslam. İslami coğrafyada çatışmalar ya da IŞİD'in gaddarlıkları üzerinden insanları "tehlike var" diye bir araya getiriyorsunuz. Çetrefilli bir durum, ama özetle İslam Avrupalılar için bir rahatsızlık doğuruyor.
TÜRKİYE'NİN ALMANYA KARŞISINDA GÜÇLENMESİNDEN ÇEKİNİLİYOR

Almanya'nın Türk diasporasının, Türkiye ile göbek bağını kesme yolundaki çabalarının arkasında yatan motivasyon nedir?

Türkiye'nin Türk diasporasıyla ilişkiye geçerek Almanya karşısındaki konumunu güçlendirmesinden çekiniliyor. Türkiye ile Almanya'nın ilişkileri her zaman asimetrik olmuştur. Güçlü Almanya, güçsüz Türkiye... Birçok Türk diplomat şöyle örnekler verir: "Şu Alman kurumun temsilcisiyle randevu almak için problemler yaşıyorduk, gelmiyordu, ukala davranıyordu vs.." Bir asimetriden bahsediliyor. Son dönem Türkiye'nin gelişmesi ve ekonomik gücünün artması ile o asimetrinin zayıfladığını görüyor bazı Almanlar, kaygı duyuyorlar. Bir de Türkiye, Almanya ile ilişkilerini diasporası üzerinden biraz daha simetrik bir hâle getirebiliyor. Bunun getirdiği bir rahatsızlık var. Bu ilişkinin asimetrik kalması, gücün kendisinden yana olmasını istiyor Almanya. İkinci neden ise demin bahsettiğim korkular, insanların Türkiye ile güçlü bağları olursa burada entegre olamayacakları korkusu...

Bir de şunu belirtmek gerekiyor: "Bunları entegre etmemiz için bunların Türkiye ile göbek bağlarının kopması gerekir." diye düşünüyor bazı Alman karar vericiler.

Bir de Türkiye ile Türk diasporası arasındaki ilişkilerde Türkiye'deki siyasal sorunların buraya taşınması gibi bir problem var. Daha önceki örneklerde, örneğin Cumhuriyet mitingleri ya da 12 Eylül döneminde olmayan sosyal medya üzerinden insanlar mobilize oldular. Bu, Gezi sürecinde belirgin bir şekilde ortaya çıktı. İnsanların toplu tepki göstermeleri iyi bir şey, ama bir taraftan da Türkiye'deki sorunlar buraya yansıtıldı. Türkiye'de A hareketine B siyasetine karşı olmam, Almanya'da benim bu grupla örneğin eşit hak mücadelesi yaparken beraber yürümeme engel olmamalı. Bu, bir ayrışmayı da getirdi. Bazı kesimler, kendilerine faydasının olacağını bilmelerine rağmen çifte vatandaşlığa karşı çıkmaya başladılar, sırf AK Parti hükûmeti de istiyor diye. Yıllar önce Türkiye seçimlerine katılmak isteyenler, burada sandık kurulmasını AK Parti kazanır diye istememeye başladılar. AK Parti'ye karşı olabilirsiniz, ama bu karşıtlık nedeniyle burada savunulan taleplerden vazgeçmek rasyonel değil.
ALMANYA UYGUN ALANI AÇMIYOR

Almanya, Türkiye'ye akraba devlet olarak kendi diasporasıyla alakalı sorumluluğunu yerine getirmesi için uygun alanı açıyor mu sizce? Yoksa Türk diaspora politikası bütünüyle bir tehdit olarak mı algılanıyor?

Ben uygun alanın açıldığını ya da bunu istediğini sanmıyorum. Türkiye'nin buradaki Türkler için bir akraba devlet olduğu gerçeği Alman yetkililerin büyük bölümünün hoşlandıkları bir durum değil.

Oysa akraba devlet meselesi için farklı bir durum var: Türkiye, Alman vatandaşlığına geçmişler için akraba devlet. Türk vatandaşlığına sahip olanlar için ise akraba devlet de değil, vatandaşı olduğu devlet. Fakat bu gerçeği kabullenme eğilimi görmüyorum.

Öte yandan Türkiye için akraba devlet tanımlaması da bazı tartışmaları beraberinde getiriyor. Örneğin Türkiye Batı Trakya'daki Türkler için akraba devlet ya da Yunanistan, Türkiye'deki Rumlar için akraba devlet. Fakat buradaki Türkler hukuki olarak azınlık statüsüne sahip olmadıkları için, akraba devlet terimi mükemmel bir şekilde oturmuyor Türkiye için. Yine de Almanya akraba devlet Türkiye'den pek hoşnut değil. Türkiye'nin diaspora politikası rahatsız edici, entegrasyon önünde bir engel olarak görülüyor ve bu, Türkiye'nin buradakileri enstrümantalize ettiği öne sürülerek gerekçelendirilmeye çalışılıyor.

Birçok politikacı, Türkiye'nin Türkiye vatandaşı olanlarla ilgilenmesini normal bulurken, Alman vatandaşı olan Türkiye kökenlilere ilgisini olumsuz değerlendiriyor. Öte yandan "yurt dışı Alman" tanımına baktığımızda Almanya'nın şu grupları "yurt dışı Alman" olarak tanımladığını görüyoruz: "Uzun vadede Almanya dışında yaşayan Almanlar, yurt dışında yaşayıp kendisini Alman dil ve kültürüne bağlı hisseden Almanca konuşanlar ya da ataları bir zamanlar Almanya'dan başka bir ülkeye göç edenler." Bu tanıma benzer bir tanım geliştiren Türkiye'nin, Almanya'daki Türkiye kökenlileri, Türk vatandaşlığına sahip olmasalar da kendi milletinden görmesi neden sorun olsun?
Almanya'nın aynısını aslında kendisi yaparken Türkiye'ye karşı çıkmasının haklı bir gerekçesi yok, çıkarları açısından istemiyor. İstemiyor, istemediğini de belirtiyor Almanya. Bu biraz da güç savaşı. Öte yandan yasal olarak Türkiye'nin öyle bir hakkı yok, Türkiye Alman vatandaşı olan Türkiye kökenlilere diplomatik destek veremez. Ama benim Türkiye ile akraba devlet olarak bağım varsa buna da kimse karışamaz.

Her ne kadar biz ulusu siyasal olarak tanımlayalım desek de bu tarz anlaşmazlıklar oluyor. Bazıları Türklüğü siyasi tanımlayalım diyorlar ve Türklerin örneğin Türkmenlere ya da Tatarlara ilgisini eleştiriyorlar. Ama bunu eleştiren kişi, Kuzey Suriye'deki Kürtlere ilgi gösteriyor. Bu tarz ilgiler, sadece insani nedenlere bağlı değil, etnik boyutu da var ve bunu Yunanistan da, Rusya da yapıyor. Türkiye'nin kendisine bir şekilde kültür olarak yakın unsurlarla ilişki kurması da gayet normal.
Yani her ülke kendi girişimlerinin diğer ülkeler tarafından yapılmasına karşı çıkıyor. Peki Türk diasporası bu çifte standarttan nasıl kurtulur?

Çok zor. Buradaki Türkiye toplumu, Türkiye'deki gelişmeleri buraya taşıyor ve siyasi olarak çok dağınık. Bu çifte standarda itiraz hükûmet üzerinden yapılıyor genelde. Türk hükûmetinin politikalarından memnunsa, onun diaspora politikasını savunuyor ve çifte standart diskuruna karşı çıkıyor. Eğer hükûmeti desteklemiyorsa, Türkler üzerindeki baskıcı diskuru baskıcı olarak bile görmüyor. Hatta AK Parti eleştirildiği için hoşuna gidiyor. Bir de Türkiye toplumu içinde belirli kesimlerde, "Biz iyi Türkleriz, dindar Müslümanlar gibi değiliz, biz entegre olduk. Bizimle iş yaparsanız daha rahat edersiniz." gibi bir rekabet de var. Alman yetkililere karşı "iyi Türk", "iyi Müslüman" konumlandırılması var. Bu durumda bu çifte standarttan kurtulmak için çaba sarfetmek daha da zorlaşıyor.
Armin Laschet (CDU), Türkiye kökenlilere oy hakkı verilmesine karşı çıktı, oysa yurt dışı Almanlar hem genel hem de Avrupa seçimlerinde oy kullanabiliyorlar. Almanya'nın geçtiğimiz günlerde Romanya cumhurbaşkanı seçilen Klaus Johannis'e desteği sorun olarak görülmezken, Türkiye'nin kendi diasporasının siyasi katılımı ile ilgili destekleri sorunsallaştırılabiliyor. Buna ne dersiniz?

Bence orada ciddi bir problem var. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılımın az olması ile ilgili bir memnuniyet vardı Alman karar alıcılarında. Ben de şöyle dedim: "Demek ki kaygılarınız yersizmiş." Bakın, diaspora toplulukları hiçbir zaman anavatan tarafından tamamiyle işlevselleştirilip kontrol edilemezler. Bunu Türkiye de yapamaz, Almanya da yapamaz. Etkiler, ama istediği gibi yönlendiremez, çünkü diaspora anavatan tarafından kolayca yönlendirilebilen bir entite değil.

Öte yandan Türkiyelilerin Türkiye'ye ilgisi sorgulanıyor. Ben bu konuda şöyle düşünüyorum: Türk diasporasının Türk siyasetinde aktör olması ve buradan Türkiye'deki siyasete yön vermesi zor. Türkiyelilerin buradaki politikalara angaje olmaları daha mantıklı çünkü burada birşeyleri değiştirebilirler. Bu Türkiye'deki politikayı izlemesinler anlamına gelmiyor. "Türkiye'deki politik süreçten etkilenmezken, o süreci etkilemeleri mantıksız." gibi eleştiriler geliyor. Bunu tartışmaya açabiliriz. Ama seçme ve seçilme hakkını vatandaşlığa bağlamayacağız da neye bağlayacağız? Bir zamanlar olduğu gibi vergiye bağlarsak siyasi katılımı sadece ayrıcalıklı gruplar için bir hak olarak görürüz.
OBAMA'NINKİ SEÇİM KONUŞMASI DEĞİL Mİ?

Almanya'nın kendisi yurt dışı Almanlara seçim hakkı verirken Türkiye'den oy hakkı vermemesini istemesinin rasyonel bir gerekçesi yok. "Erdoğan buraya geliyor, seçim konuşması yapıyor. Ne hakkı var?" deniliyor. Ben de, "Obama'nınki seçim konuşması değil mi?" diyorum. Her dış politika biraz da seçim politikasıdır. Bunu beğenmeyebilirsiniz, hoşunuza gitmeyebilir ama buna alışın. Buna yasal bir engel çıkaramazsınız ve buna bir gerekçe de yok. Merkel de gidip Alanya'da konuşabilir. Bunlar iki ülke arasında zıtlaşmalar. Dış politika açısından çıkarlar örtüşmüyor ve bu tarz çekişmeler alttan alta sürüyor.
TÜRKLÜK DAMARI NE AKDAR AZALTILIRSA O KADAR İYİ!

Peki bu algıda etnosentrist yaklaşımların ne kadar payı var sizce?

Almanya vatandaşlığa geçişi hâlâ bir asimilasyon olarak görüyor. Türkiye kökenlilerin Alman kültürünü öğrenmesi gerektiğini düşünüyor. Yani o etnosentrist damar hâlâ var Almanya'da. Resmî yetkililerde, "Türklerin Türklük damarını ne kadar zayıflatırsak o kadar iyi olur" bakışı var. Yunanlara, İspanyollara karşı bu kadar katı değiller. Bunun biraz sayıyla, biraz da dinle ilişkisi var. Müslümanlığın Türkleri başından beri farklı kıldığını düşünüyorlar ve buna dair rahatsızlık var. Türkleri ve hatta İslam'ı ulusal kontekstten nasıl kopartırız ve buraya bağlarız, sorusu soruluyor. O yüzden din adamlarını burada yetiştirme isteği ve İslam'ı Almanlaştırma çabası kendisini gösteriyor.

Türk diaspora politikası, Almanya'nın uyum politikası kapsamında değerlendiriliyor. Öte yandan Almanya'nın dış politikası, iç politikaya dönük bir işlev kazanıyor, Türkiye kökenlilere yönelik iç politika da dış politikanın bir unsuru hâline gelebiliyor. Bu hassasiyetler arasında nasıl bir denge oluşturulabilir?

Çok zor. Burada Türkiyelilerin entegrasyonu tartışıldığı zaman, bu dış politikada bir sorun. Almanya'nın Irak'a yönelik dış politikasını ele alalım. Bu, tamamen dış politikaya yönelik değil, aynı zamanda iç politikaya da dönük bir diskur. Çünkü Alman partilerinde ciddi oranda oy veren Kürt kökenli insan var. Almanya çifte vatandaşlığa karşı çıkıyor, bu dış politikada Türkiye ile bir gerilim yaratıyor. Ya da Merkel Türkiye'nin AB üyeliğine karşı, bu da iç politikada onun Türklerle ilişkisinde problem yaratıyor. Bunu aşmanın yolu, Türkiye ile Almanya'nın birbirini partner olarak görmesi. Almanya'nın Türkiyelileri bir şans, bir köprü olarak görmesi; Türkiyelilerin Türkiye ile bağlarından korkmaması lazım. Türkiye ile bağlarını kopartmış, Türkçe ile ilişkisini kesmiş, İslam'dan tamamen kopmuş birinin Almanlara da bir faydası olmaz. Çünkü o kişi sıradan bir Alman olacaktır. Türklerin Türkiye ile iyi ilişkilerinin olması Almanya için de iyi bir şey, bunun görülmesi lazım.

Türkiye'nin de Türk diasporasının bir özerkliğinin olduğunu, Türklerin her şeyden önce yaşamını burada sürdürdüğünü görmesi gerekiyor. Türk diasporasını enstrümentalize etmeden işbirliğini sürdürürse bence iki taraf için de faydalı olur.
Son olarak bir noktanın altını çizmek isterim: Uyum süreci hep iki boyutlu tartışıldı. Göçmen ve göç edilen devletin politikaları. Halbuki bu süreçte üçüncü bir boyut daha var; o da göçmenin geldiği ülkenin devleti. O devlet de bu uyum sürecinin bir aktörü. Almanya'nın bunu kavrayıp Türkiye'yi bir partner olarak kazanmanın yollarına bakması, bunun karşılığında Türkiyelilerin Türkiye ile olan bağlarını zayıflatması beklentisinden vazgeçmesi gerek.