Milli Takım’ın başında Abdullah Avcı olduğu süre boyunca kamuoyunun ilgisinin ne kadar azaldığını son hazırlık maçında gözlemledik.
 
Bu sportif olduğu kadar popülerlik anlamıyla da değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
 
Abdullah Avcı isim olarak ne Mustafa Denizli ile, ne Hiddink ile hiç kuşkusuz ki ne de Fatih Terim ile kıyaslanabilecek bir vizyona sahip değildi.
 
Sportif bakımdan yeni bir milli takım yaratma arzusu, bunun için rotasını Avrupa’da top koşturan üçüncü dördüncü nesil Türk futbolculara çevirmesi onun Türkiye’deki futbolcu grubu ile de arasına mutlak surette bir mesafe soktu.
 
Ersun Yanal’ın Hakan Şükür ile yaşadığı şey her ne ise Abdullah Avcı da genel anlamda yurt içinde top koşturan “klikle” adı konulmamış ve görünmez bir gerilim yaşamış olmalıdır.
 
Takım oyunlarında, çalışmalarında takımı oluşturan sadece ekip lideri değildir.
 
İş yaşantısında da bu net olarak görülür sistem süreç içinde ister istemez bir gruplaşmayı, ekibi yaratır.
 
O ekibin içine dahil olmak ancak takımda kabul görmekle aşılabilir.
 
Takım da bunu ancak ihtiyaç duyulan boşlukla, eksiklikleriyle hisseder ve arayışa girer; yeni gelen bu şekilde sistemin içine dahil olur.
 
Futbol dünyamızda bu eskiden sıklıkla görülürdü; yöneticiler durumun farkında olduklarından bu süreci ya uzlaşarak ya da grubu darmadağın ederek aşabilirlerdi.
 
Bu yazdığımız durum karşısında 2001 yılında Farih Terim’in Milan’da nasıl futbolcuların oyuncağı olduğunu biliyoruz. Milan’ın kemikleşmiş futbolcuya dayalı klik yapısı Fatih Terim’i hiçbir zaman kabullenmedi ve takımı başarısız göstererek, atacağı penaltıyı atmayarak hedeflenen amaca, sonuca ulaştı.
 
Yöneticiler, idareciler takım başarılı olduğu sürece, bu yapısal formasyondan yararlanabildikleri ölçüde kendilerini kuşkusuz ekibin tarafında olmak zorunda hissederler.
 
İsmi şimdilerde pek de duyulmayan Milan’ın ünlü bir futbolcusu Fatih Terim giderken şöyle demiştir.
 
“Bütün takım gideceğine, teknik direktörün gitmesi daha doğru olacaktır!”
 
Yerine gelen teknik adam bir bakıma bu takımın bir parçası, belki onun yaratıcısı, sebebiyse uyum ortaya çıkar.
 
Bu uyumun bileşkesinde sadece teknik direktör-futbolcu vektörü bulunmaz, medya gücü de dahil olur.
 
Böylece omurgası aynı futbolculardan oluşan takım tek bir adamın değişmesiyle yapısal anlamda tepeden tırnağa herşeyi yenilenmişcesine görünür.
 
Mutlak surette ilk maçlarda çıkış görülür, başarı sağlanır ancak yapının kendisi temelde sorunlu olduğu için, sorunu yaratan şey zaten bu düzen olduğu için kısa bir süre sonra da kendini tekrar eden ve bir türlü aşamayan bir durumda kalınır.
 
Bu sistemin içinde yıllardır hiç değişmeyen bir yönetici havuzunun da olduğu göz önünde bulundurulursa kendini tekrar eden yapıyı değiştirmek, ona yeni bir birey eklemek, onun başarılı olmasını beklemek hayaldir.
 
Konunun Abdullah Avcı isminde kristalleşmesi başarısız oldu diye yorum yapmak bu bakımdan anlamlı değildir.
 
Abdullah Avcı bu sistemin aynı zamanda bir parçasıdır; olan bitenin farkındadır. Öyle olduğu için de radikal bir hamleyle takımı değiştirmeyi hedeflemiştir.
 
Geçen hafta Çarşamba günü 2-0 galibiyetten beraberliğe giden süreçte bütün faturayı Abdullah Avcı’ya kesip, futbolcuların etkisi hiç yokmuşçasına yorum yapmak aslında sporun dışına çıkmaktır.
 
Hiçbir şeyin değişmediğini kısa bir süre sonra göreceğiz, yaşayacağız.
 
milliyet