Merkel, önce Patriotların konuşlandırıldığı Kahramanmaraş’taydı, bugünkü programında ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan ve ekonomi çevreleri ile görüşmeler var.
 
Angela Merkel’in Türkiye ziyareti, tam da Fransa’nın AB ile tam üyelik müzakerelerinde blokajı esnetme yolunda yeşil ışık yaktığı bir döneme denk geldi. Fransa Dışişleri Bakanı Fabius, 22. Fasıl olan ‘Bölgesel Politikalar’ı müzakereye açmayı düşündüklerini Türk mevkidaşına iletmişti. Bilindiği üzere yaklaşık 2,5 yıldır üyelik müzakerelerinde hiçbir ilerleme kaydedilemiyor. Merkel de Türkiye’ye gelmeden önce, kendisinden beklenmedik bir şekilde, benzer mesajlar vererek, bazı kuşkuları  olmasına rağmen Türkiye ile müzakerelerin devam etmesi gerektiğini ve müzakerelerde bir fasıl daha açmanın mümkün olduğunu dile getirdi. Muhtemelen ima ettiği yine 22. fasıl. Aslında Merkel’in sözlerinden daha ilginci, Dışişleri Bakanı Wetserwelle’nin açıklamalarıydı. Şunun şurasında bakanlıkla vedalaşmasına sadece 6 ay gibi bir süre olmasına rağmen Westerwelle’nin açıklamaları, Alman politikacıların ağzından duymaya alışık olmadığımız türdendi. Bakan, Türkiye ile müzakerelere hız verilmesi gerektiğini, aksi takdirde günün birinde Avrupa’nın Türkiye’ye olan ilgisinin, Türkiye’nin Avrupa’ya olan ilgisinden daha fazla olacağını ifade etti. Keza geçen günlerde AB komiserlerinden Günther Oettinger de benzer bir açıklama yapmış ve şimdi harekete geçilmezse, “Fransa ve Almanya’nın günün birinde Türkiye AB’ye katılsın diye yalvaracağını” söylemişti. Bütün bunlar, son dönemde Türkiye’ye yönelik bakışın AB içerisinde de değiştiğine işaret.
 
Tabii ki fazla iyimserlik, hayalperestlik sayılacağından siyasette pek makbul  değildir. Muhafazakar bir politikacı olan Avrupacı Merkel, her defasında Türkiye ile müzakere sürecinin ‘ucu açık’ olduğunu ve esas gönlünden geçenin “ayrıcalıklı ortaklık” olduğunu vurguluyor. Yani müzakerelerin sonunda Türkiye’ye tam üyelik değil, tam üyeliğin sunduğu avantajların bir kısmı budanmış şekilde ‘sıkı bir işbirliği’ teklif edilmeli. Türkiye, buna hayır dediğini baştan beri dile getiriyor. Ancak AB içerisindeki ekonomik bunalım, AB’nin genişleme yorgunu olması, Türkiye’nin ekonomik gücünün henüz AB’ye net katkı yapabilecek duruma erişememiş olması ve bunun dışında tabii ki Türkiye’ye ilişkin nedenlerden ötürü Türkiye’nin AB’ye tam üye yapılmayacağı çok ortada. Bu da demek oluyor ki siyasi ve ekonomik konjonktüre bağlı olmakla birlikte, Türkiye’ye ‘ayrıcalıklı ortaklık’ gibi bir öneri giderek daha fazla dayatılabilir.
 
Ayrıcalıklı ortaklık
 
Daha önceki AB yazılarından birinde ayrıcalıklı ortaklık konusunu başka bir yazıya ertelediğimi belirtmiştim. Hazır Merkel’den bahsederken ayrıcalıklı ortaklık meselesine de değinmenin vakti geldi, zira bu kavram Merkel’in ldierliğini yaptığı Hristiyan Birlik Partileri’nden çıkan bir öneri. Hristiyan Demokrat Birlik ve Almanya’nın Bavyera eyaletinde tabanı bulunan Hrıstiyan Sosyal Birlik Partileri’nden oluşan Hristiyan Birlik, 2004 yılında Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin bir karar açıkladı. “Ayrıcalıklı Ortaklık: Türkiye için Avrupa perspektifi”* başlığı taşıyan bu kararda, Türkiye ile Almanya’nın iki dost ülke olduğu, ancak 2004 yılındaki 10 ülkenin AB’ye dahil olduğu büyük
genişlemenin AB için çok meşakkatli olduğu, bu nedenle Türkiye’ye ayrıcalıklı ortaklık teklif edilmesi gerektiği ifade ediliyor. Ayrıcalıklı ortaklıktan ise şu şekilde bahsediliyor: Türkiye ile gümrük birliğini de aşan bir serbest ticaret bölgesi kurulacak, dış politika, güvenlik, sivil toplum, çevre, eğitim, sağlık gibi konulardaki işbirliği derinleştirilecek. Ancak, Türkiye AB’nin yapısal ve tarım fonlarından mahrum kalırken, Türk vatandaşları da AB içerisinde serbest dolaşım özgürlüğünden yararlanamayacak.
 
Fakat şunu belirtmeli ki bu önerinin AB hukukunu oluşturan kaynaklarda bir karşılığı ve dayanağı yok. Yani tamamen Türkiye için özel olarak oluşturulmuş bir kavram. Şayet Türkiye’ye ayrıcalıklı ortaklık statüsü verilmesi söz konusu olursa, bunun için öncelikle yürürlükteki AB antlaşması Lizbon Antlaşması’nın değiştirilmesi gerektiği uzmanlar tarafından dile getiriliyor. Zira şu anda AB ile üyelik müzakereleri yürütüp de AB’ye üye olmayan bir ülke yok. O yüzden aslında Türkiye’nin izleyeceği süreç müstesna bir nitelik de taşımakta.
 
Merkel’e dönecek olursak, Türkiye konusundaki düşünceleri apaçık ortada olan Almanya Başbakanı, Alman halkı tarafından o kadar seviliyor ki, muhtemelen gelecek seçimlerde de 3. kez olmak üzere Başbakan seçilecek. Merkel’in tutumunda bir değişiklik olup olmayacağını gelecek yıllarda izleyip göreceğiz. Ancak ceket tarzını bile değiştirmeyen bir politikacının Türkiye’nin AB üyeliği gibi önemli bir meselede tavır değiştirmesini beklemenin safdillik olduğunu da şuraya not düşeyim sevgili okurlar.
 
Elif Başak - Radikal
 
*Bahsi geçen belge: http://www.cdu.de/doc/pdf/03_08_04-beschluss-tuerkei.pdf