Topunu kaybetmiş çocuk, hele bir bak bana. Hele o güzel yüzünle dokun bizim çaresiz haykırışımıza. Hele dağları anlat dağları. İçinde duyguların, duygu fışkırdığı dağları anlat. Tek yabancının, yabancı sözcüğü olduğu gönlünü anlat. Hele yarını düşünmeyen, bugünkü sıcaklığını anlat.

Hele anlat lo! Dinlemeyen ebe olsun, herkesin seni gördüğü oyunda. Dinlemeyen, inleyen olsun sızısında. Sen başla sözcükleri işlemeye biz kaçak aklımızı sınırında heronlarına yakalatalım. Sen bilirsin en iyi teknolojili silahları, bombaları, uçakları, kurşunları, kurşunları, kurşunları!

Çatısı olmayan okulunun sıralarında yazan “Azadî” sözüne harf olan bu haykırışımı duyuyorsun değil? Önlüğünün düğmelerini açmadan çıktığın sokağın hükümdarı çocuk kim senin ülkeni işgal etti? Adına ne yazalım? Ne şarkılar yazalım? Biz seni, nasıl biz yapalım? Biz nasıl sen olalım?

Bir seferliğine ölümü yok saysak da sen cennetteki bütün çocuklarla cennet yapsan dağlarının eteklerine. Hele anlat loo! Vallah dinleyeceğiz! Ne susuyorsun benim on iki asırlık bugünüm! Anlat, anlat Nihat. Cizre sokaklarında yağmurlardan sonraki çamurlarda kirlenen umutlarını anlat. Cizre de sokak sokak ağıtları anlat bize. Sessizliğin imkânsız olduğu gökyüzündeki kuşları anlat.

Hele o çocuk gözlerinde ne gördüler de seni sevmediler, biz de bilelim. Senin Kürdistan’ın hangi zemine adımını attılar da, kötülüklerini içinden atamadılar. Senin çocuk kulağındaki hangi “dengbej” ezgisine kurşun sesi kattılar?

“Mem û Zîn” aşkının diyarında kim sana “Beko” oldu? Bilmediler mi, çocuksun. On iki yaşında çocuk! Seni bilmemek, seni anlamamak, seni duymamak, seni sen bulmamak çocuk…

Hele boş verelim şunları. Sen anlat lo, anlat Nihat. Dağları anlat, dağları. Binaların olmadığı, binalardaki insanların sana sen olmadığı Cizre’ni anlat. Dinlemeyen ebe olsun, ebe!  

Yusuf Aras