info @ ybhaber.com

Elif nenem ve Ilyas dedem evlerinin merdivenlerinde

Bazılarınız belki bilmiyor, anlatayım. Yaklaşık üç haftadır Cihanbeyli’deyim, annemin ve babamın doğup büyüdüğü, oyun oynadığı ve bugünlerde hasretliğini çektiği köylerde ve evlerdeyim. Gelmemin en baskın sebebi yüksek lisans/Master tezim. Tez konum bu yörede yaşayan Kürtçe ağıt geleneğini, daha doğrusu bu geleneği yıllardır merak ettiğim ve yakından tanımak ve anlatmak istediğim için bu konuda bir akademik belirleyici tezimi yazmak istedim. Bu sayede aslında yoğun bir yolculuk başladı benim için. Şu an tam dört haftadır Cihanbeyli ve babamın köyü Qulto (Sağlıkköyü) arasında gelip gidiyorum. Çoğunuz iyi bilirsiniz buraları çünkü civar köylerdensiniz, ve inanın Şubat ayında buralar okadar gri, soğuk ve heyecansız ki, yaz aylarındaki o renklilikten eser yok. Yine de bu halini de yaşayın derim. Sobanın başında sıcacık kaçak çayı yudumlamak, her kapı aralandığında anında içeri sızan o buz gibi havayı hissedip titremek ve en kötüsü de (affedersiniz) o buz gibi lavabolara gitmek zorunda kalmak da bi ayrı hani. En azından Danimarka’daki sıcak yuvamla kıyaslı gayet eksantrik.

Elif nenem ve Ilyas dedem evlerinin merdivenlerindeGel gelelim ki bugünlerde çok şanslı hissediyorum kendimi, çünkü iki dedem de yaşıyor ve her ikisi de kaybolmak üzere olan bir neslin belki de son yasayanları. Bugün size biraz Ilyas dedemden (annemin babası) bahsetmek istiyorum. Aslında bahsetmekten ziyade dedemi yazmak istiyorum ki ilerde, o artık olmadığı zaman anlatabileyim ve ona dair kaybolmayacak anılarım olsun. Çünkü dedem Konya yöresinde yaşayan Kürt halkını yansıtan bir kitap, bir parça tarih gibi. Onun dünyası renkli olduğu kadar şeffaf.

Cihanbeyli’nin avukat Ilyas’ıdır dedem

Dedem İlyas Karabulut 81 yaşında ve 1934 Yapalı/Qamaro köyü-Cihanbeyli doğumlu. Üçüncü sınıfa kadar okumuş, daha sonra dışardan ortaokul diploması almış. Çocukken sadece Kürtçe konuşuyordu, fakat babası da Türkçeye hakim olduğu için çok çabuk öğreniyor. 1956 da bir memurluk sınavına giriyor Konya Adliyesinde, sınavı 2. olarak kazanır ve Cihanbeyli Savcı Katipliğine atanır. Cihanbeyli’de o dönem sadece iki tane araba varmış, ve bunlardan biriyle dedemler keşfe gidermiş, şahıstan kiralayarak. Yerel halk at arabaları, eşek, deve (dedem küçükken mesela develeri varmış ve hatta develer kurban olarak kesilir ve yenirmiş eskiden, tadı kuzudan da güzel der dedem) ve katırlarla ulaşım sağlarmış. Memurluk süresince civar köylere keşfe gidiyorlar, bir tarla veya davar kavgası olduğu zaman dedem gönderilirmiş bir savcı ve hakim eşliğinde ve tutanak tutarmış. Dedem hem Türkçe hem de Kürtçe bildiğinden tercüman da oluyormuş halk ve hakimler arasında. Çok da keyifli hikayeleri var bununla ilgili. Mesela bir keresinde iki Taşpınarlı çoban arasında bir kavga çıkmış. Hakim sormuş olay nasıl oldu diye, çobanın biri aradaki mesafeyi anlatmak için ”hakim bey eşek senin kadardı, köpek de benim kadardı, değnekle vurdu kafasını kırdı” demiş, hakimin yüz ifadesini düşünün artık.

Dedemin minik ofisi - kardan dolayı kapalı

Dedemin minik ofisi – kardan dolayı kapalı

Dönem dönem Cihanbeyli’de avukat bulunmayınca, diploması olmadığı halde İlyas dedemi avukat olarak kullanırlarmış. Çarşıda da Deli Battal diye biri varmış, dedemi her gördüğünde ’avukat İlyaaaas’ diye bağırırmış, böylece dedemin lakabı avukat İlyas olarak kalmış. Hatta hala dedeme gelip davalarla ilgili yardım istermiş genç avukatlar. 1966’da devlet tarla tapuları dağıtmış, memurlara verilmiyormuş, dedem istifa etmiş ve kendisine tarla almış. 67’de de serbest muhasebeciliğe başlamış 1987’ye kadar. Bu dönem Türkiye’ye bilgisayar gelince oğullarına bırakıyor muhasebeciliği ve arzuhalci (modern Türkçede hal/dert dinleyip yazıya döken demek) olarak devam ediyor yoluna. Muhasebeciliği bırakmasının tek sebebi ise daktilosu. Dedem hala çalışır arzuhalci olarak, ve daktilosundan vazgeçmez, belki de hala daktilo ile çalışan tek kişidir. ”Bilgisayarı beceremedim, daktilomdan memnunum” diyor. Arzuhalci dedem, kamu ve devlet kuruluşlarına halk adına dilekçeler ve itirazlar yazıyor, bunun için tabi çok resmi bir Türkçeye hakim olması gerekiyor, öyledir de. Yani çevre kürt köylerinden gelen, okuma yazma bilmeyen kesim dedemin ekmeğini sağlıyor. Arzuhalcilikten kazandığı az gelir, aylık Marlboro masrafını karşılamaya yetiyor. Emeklilik maaşı ise evin diğer giderlerine. Velhasıl 35+ yaşında olan her Cihanbeylili, özellikle Kürt köylerinde yaşayan ve hatta Avrupa’ya göç etmiş kesimin tamamı dedemi tanır ve müthiş bir saygı beslerler avukat İlyas Karabulut’a.

Cigaramın dumanı..

Dedem son derece dinine bağlı, namazında niyazında, belki de tanıdığım en dürüst müslümandır. Hatta Hac yapmış yani Hacı’dır dedem, ama hani o sıkıcı ciddi hacılar olur ya, gülümsemekten bile korkan, dedem hiç öyle değil, dünyanın en neşeli hacısı o. Bazen de namaz vakti beklediğinden çabuk gelince o anlatmaktan bıkmadığı hikayeyi anlatır: ”Xalikan’lının (Gölyazı) biri Avrupa’da işçiymiş, bir gün yine köydeki babasını aramış, telefonda konuşurlarken köyde okunan ezanın sesi gelmiş, ”maşallah baba ezan sesi geliyor” demiş oğlan, babası da ”hiç sorma oğlum, biz her gün bu çilenin içindeyiz” demiş”, der ve namaza oturur.

Dedemin ikinci eşi ve benim nenem Elif, her gün saat 16.00 da ”Haciii” diye sofraya çağırır dedemi. Bazen de ’Haci efendi’ diye çağırır, dedemin anlattığına bakarsak nenem her efendi sözcüğünü kullandığı zaman mutlaka bir şey isteyecektir sonrasında :) Dedemin rutinleri vardır ki, hiç değişmez, değişirse o gece muhtemelen uyku sorunları yaşar. Mesela her gün aynı saatte yenir akşam yemeği. günde bir paket Marlboro uzun içer, ve en az haftada bir kaç kez tebessümle neneme bakar ve ”bir cigara ver bana, dumana bak dumana, ne ben öldüm kurtuldum, ne sen geldin imana” der. İşe giderken hep başında sekiz köşe kasketi olur. Yemekten sonra çayı demlenir ve akşam namazından sonra başlar çay keyfine. Dedemin çay bardakları da en küçüklerinden olacak, yoksa zevk almıyormuş çaydan. Çayını soğuk içmeyi seviyor, bu yüzden hep iki fincanı bulunur, birini içerken nenem öbür fincana çay doldurur ki içtiği bitene kadar yenisi ideal dereceye ulaşsın (dedemin mütevaziliği bir yana, nenem gerçekten paşa gibi bakıyor ona). Çay keyfinden sonra televizyonlu odaya girer ve haber dinler bir saat kadar. Çok da iyi bir haber takipçisi, olağanüstü bir farkındalığa mevcut. Mesela Erdoğan’ı her gördüğünde çok tatlı söver şerefsiz hırsız diye. Haberlerden sonra artık türkü ve kelam zamanıdır. Uydunun sağladığı yüzlerce amatör ve yerel kanalların arasında dedem mutlaka uzun hava okuyan türkücüleri veya ağıt yakan Kürt dengbêjlerini bulur ve hiç bıkmadan içini çeke çeke dinler. 20-21 arası türk kahvesini içer ve ”kahve dumansız gitmez” cümlesini her seferinde tekrarlar, bir Marlboro daha yakar. 23.00 ise hiç değişmeyen uyku saatidir. Bazen oğulları veya torunları bu süreyi aşınca hep aynı hikayeyi hatırlatır: ”Adamın biri misafirlerine sormuş, siz eve gidince ne yapacaksınız? Diye, ‘yatacağız’ demişler, adamda: siz gidince biz de yatacağız demiş” diye anlatır gülerek. Bir de yine dedemin meşhur bir lafı vardır ”uyku geldi bedene, Allah razı olsun kalkıp gidene”. Ertesi sabah 8.00 da yine kahvaltısını yapar ve minik ofisine gider. Nenemin yaşlılıktan dolayı çok yorulduğu için artık evin alışverişini dedem yapar, iş dönüşü mutlaka markete uğrar. Öğle namazını camide kılar ve 50 basamaklı merdivenli yokuştan evine çıkar. Bu her gün böyle tekrarlanır.

Dedem ve Marlborosu

Dedem ve Marlborosu

Bir de öyle hayvan severdir ki dedem, eğer akşam yemeğinde et, tavuk veya artan yemek kalırsa hayatta çöpe atılmaz. Dedem kendi elleriyle götürür ve sokak köpeklerinin artık bildiği bir noktaya bırakır. Mesela bugün Cihanbeyli karla kaplı bembeyaz olduğu için ofisine gitmedi dedem, sabahtan beri pencereden dışarı bakıyor, kırlangıçlarını bekliyor, “bugün niye gelmediler” diyor. Bir kaç gün önce buğday ıslatıp bırakmış onlara hala yememişler, yem çürümüştür korkusuyla gitmiş onları temizlemiş ve yenisini bırakmış. Nenem bunu fark edince bir bağırdı ki dedemi de beni de yerinden zıplattı: ”çima hîzmeta cucko dikin!” Soğuk havaya aldırmadan çıkıp çıkıp bakıyor yemlerin azalıp azalmadığına.

Dedemin dengbêjleri ve katırlı ’kılamcı’ Ali

Dedemin hiç değişmeyen rutinlerinden biri de radyosuna bağlılığıdır. Hep de bulur yerel kürt FM’lerini ve saatlerce dinler ağıtları ve halay havalarını. Haber bültenlerini de en çok radyodan dinlemeyi sever. Radyosunun anteni artık beni değiştir dediği halde tuhaf olsa da çekiyor.

Dedemin 20 senelik radyosu

Dedemin 20 senelik radyosu

Dedem bir bürokrat olarak Türkçeyi gündelik kullanmak ve Cihanbeyli ilçesine taşınmak zorunda kaldığı için, çocukları ile de yoğun olarak Türkçe konuşmuştur. Ki o zamanlar Kürtçe konuşmanın faydası yok zararları varmış, bırak Kürtçe konuşmayı, Kürt kimliğiyle öne çıkmak bile başa bin bir bela açarmış Konya gibi milliyetçi ve muhafazakar bir bölgede. Bu yüzden dedemin çocukları da bu asimilasyon psikolojilerine kurban gitmiş ve aslında nesilleri etkilemiş. İlyas dedemin ben dahil, hiçbir çocuğu veya torunu Kürtçeye hakim değildir. Baba tarafım da bu tam tersi, köyde yerleşik oldukları için müdahale görmeksizin Kürtçe sürdürmüşler hayatlarını. Dedem kendi dil mirasını bize bırakamadı ama o müthiş gurur duyar kürt kimliğinden ve Kürt kültüründen. Güneydoğu TV’sini izler en sevdiği dengbêjler Izolli Mehmet ve Ahmet Döre çıktığı zaman. Adıyamanlı dengbêj Ahmet Dörenin Kürtçesi dedeminkine çok yakındır, bir yandan dinler bir yandan da misafirleri varsa onlara ağıtları tercüme eder dedem. Biz, yani Xalko/Gölyazı-Xelikan/Karacadağı-Qamaro/Yapalı’nın (ve bir çok civar köyün) kökleri Adıyaman’a dayanıyormuş. Dedeme göre 100-150 sene önce kıtlık yüzünden göç etmişiz Konya bölgesine. Hatta yolda 10 sene kadar Çukurova’da şansımızı denemişiz, ama orda sinek çokmuş, ve hayvanlarımız yapamamış. Köklerimizi ve tarihimizi hep çok merak ederim ve buna dair somut kanıtlar bulamamama hep kahrederim, fakat Gölyazı ile ilgili sanal alemdeki araştırmalarda da hep Adıyaman geçer, dedem de öyle duymuş kendi babasından. Yani dedem diline ve köklerine çok sadık bir adamdır, bu sonuca Kürtçe uzun havalarına ve ağıtlarına olan sevdasından varıyorum. Bende dedemden almış olmalıyım bu sevdayı ki, çok anlamadığım halde saatlerce dinleyebilirim sesi yanık Kürt dengbêjlerini.

Mesela eskiden, dedem genç iken kürt köylerinde ’cemaatler’ kurulurmuş. Bu cemaatlerde erkekler bir araya gelirmiş ve dengbêjler dinlenirmiş saatlerce. Dedemin hatırladığı bir ’kılamcı’ Ali varmış, taa Van’dan gelirmiş, köy köy gezer ve kılam yani kelam söylermiş. Bir kaç kuruş bırakırmış cemaat buna, yani kılamcı Ali’nin ekmek parasıymış sesi ve kelamları. O cemaatleri görüp yaşamak varmış, ve kim bilir kılamcı Ali acaba nerden biliyordu Konya’nın bozkırına sürülen bu kürtleri, günümüzde hala Konya’da kürt köylerinin varlığını bile bilmeyen okadar Türkiyeli varken? Ayrıca kılamcı sözcüğü de bu yörede yaşayan Kürtlerin Kürtçesinin uğradığı değişimin ufak bir örneği aslında. Kılam Kürtçe bir kelime ve Türkçe karşılığı da aynı kelam veya şarkı/türkü, dedemin eklediği –cı ise türkçe bir ektir, kişiye özellik yükleyen. Dedemin kılamcısı aslında bir kılamdâr (kürtçe anlamıyla: kelam veren), en çok da dengbêj olarak biliriz bunları Kürdistanda. Konya’nın kırık kürtçesinde bu gibi binlerce örnek var, Kürtçe kelimelerin türkçeleştiği ve türkçe fiillerin kürtçeleştiği, belki bir başka yazımda daha uzun değinirim bu konuya. Bu kılamcılar köylerde günlerce ve aylarca hanelerde misafir edilirmiş atlarıyla veya katırlarıyla. Her köy evinin mutlaka bir misafirhanesi bulunurmuş diyor dedem, tıpkı kervan hanlar gibi, hem bir ahırı hem de odası olurmuş uzun yoldan gelen misafirler için. Uzun yol derken mesela komşu köy de uzun yol sayılırmış o zamanlar, arabanın olmadığı zamanlardan bahsediyorum.

Mehmed Uzun dedemi mi anlatıyor?

Başta sizinle paylaştığım üzere tezimle alakalı başladığım bu yolculukta, yöremin kürt kadınlarının yaslarda okuduğu ağıtları yakından tanımaya ve anlamaya çalışıyorum. Bu yolculuğumda beni en çok motive eden ve uzun süredir en zevk alarak okuduğum kitap Mehmed Uzun’un Dengbêjlerim’inde dedemi buldum. Bir paragrafta Uzun babasını ve onunla ilgili anılarını anlatıyor, ama benim için dedemi anlatıyordu. Öyle ki ”yok artık bu kadar benzerlik olmaz” dedim, ve bu çok hoş tesadüfü anneme ve dedeme okudum. İkiside de şaşkınlıkla dinledi dedemi Mehmet Uzun’un satırlarında. Yazımı Uzun’un o paragrafı ile bitirmek istiyorum, tabiiki bu büyük benzerliği anlamak için dedem İlyas Karabulut’u yakından tanımak gerekir. Eğer Yapalılı akrabalarım bu yazımı okursa, bana hak verecekler :) Böylece saygıdeğer kürt yazarımız Mehmet Uzun’u da anmış olduk ve anlamışınızdır ki ’Dengbêjlerim’ kitabını okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Mehmed Uzun – Dengbêjlerim, İthaki Yayınları 2005. Sayfa 34-36:

>> Babam dengbêj değildi ama dengbêjin dengiyle terbiye edilmiş bir insandı (…) Bir de akşamüstleri radyo dinliyordu. O radyo dinleme zamanları çok özeldi, evimizde, çevremizde herkes bunu biliyordu. Akşamüstleri, silahlı askeri inzibatların caddelerde, sokaklarda dolaşmaya başlamasından birkaç saat önce, babam, nerde olursa olsun, mutlaka eve gelir, hemen oturma odasının üst köşesinde kurulu döşekli, minderli yere gider, oturur ve ”radyo dinleme hazırlıklarına” başlardı; köstekli saatini çıkarır, başucuna koyardı. Çıkardığı sigara tabakasından bol miktarda sigara sarar, çakmakla birlikte, küçük bir tepsinin içine yerleştirir, kül tablasıyla birlikte önüne koyardı. O bunları yaparken annem de bir demlik dolusu çayı, şekeri, bardağı, meyve dolu bir tabağı, yine bir tepsi içinde getirir, önüne koyardı (…) Hazırlıkları bittikten sonra yine saatine bakar, sigarasını yakar ve radyoyu dinlemeye başlardı.<<

Mehmed Uzun - Dengbejlerim

Mehmed Uzun – Dengbejlerim

 

Sultan Çoban - http://sultancoban.com