salihyazar @ ybhaber.com

“Okula ibadethane: M.E.B.`in yeni Ortaöğretim Yönetmeliği`nin 99. maddesinde, Talep olması halinde ibadet ihtiyaçlarını karşılayacak uygun mekan ayrılabilir” ifadesi ile eğitimde yaşanan ayrımcı uygulamalara bir yenisi daha eklemiştir.

MEB`in birkaç ilde talep olduğu gerekçesiyle mescit açması, diğer dinler ve inanç gruplarına yönelik açık bir ayrımcılık anlamına gelmektedir.

Türkiye`de hiç kimsenin halkın inançlarına, değerlerine ve ibadetine saygısızlık etmesi kabul edilemez. Her yurttaşın dini inancı tamamen kendisini ilgilendiren bir konudur.

Türkiye gibi farklı kimlik ve inanç gruplarının bir arada yaşadığı  ülkede, okullarda tek din, tek mezhep” anlayışına uygun olarak ibadethane açılmasının talep edilmesi doğru bir yaklaşım değildir.

Bu amaçla ibadethane açılması demek, farklı din ve mezheplere sahip öğrenciler arasında oluşacak ayrımcı ve dışlayıcı tutumların bizzat devlet eliyle arttırılarak yeni gerginlikler ve kamplaşmalar yaratılması demektir.

Kimi okullarda sınıf mevcutlarının 70`in üzerine çıktı. Laboratuvarların ve kütüphanelerin bulunmadığı bir ortamda, eğitime bütçe, okullara yeterli ödenek ayırarak gerekli altyapı yatırımları yapılmıyor. Yerine ibadethane açılmasını istemek, öğrenci ve personel arasında ibadet yapanlar ve yapmayanlar şeklinde bir bölünme yaratacaktır.

Deneyimlerden biliyoruz ki, böyle bir uygulamanın öğrencilere ve öğretmenlere yönelik yeni fişlemeleri gündeme getirmesi kaçınılmazdır.

Milli Eğitim Bakanlığı, bugüne kadar bilimi ve eğitim sistemini  siyasal ve ideolojik amaçlarına uygun bir içerikte biçimlendirilmeye çalıştı. Halkın masum dini duyguları kullanılarak inanç istismarını yaptı.

Eğitim kurumu olması gereken okullarda, tek bir din ve mezhebin inancı doğrultusunda ibadethane açılmasını istemek açık ayrımcılıktır. Ya bütün inançlara olur ya da hiç kimseye.

Toplumda ve okullarda her din ve inançtan insanlar, eşit koşullarda yaşamak ve aynı kurallara uymak durumundadır.

Laiklik, herhangi bir gruba ya da mezhebe dinsel ayrıcalık ve üstünlük tanımamaktır. Farklı inanç ve dinlere mensup insanlar arasında eşitliğin sağlanmasının temel koşuludur.

Devletin ve devlet kurumları, tüm din, mezhep ve inançlara aynı mesafede durmalıdır. Karşı, destekleyici ve ayrıştırıcı tavırlar içine giremez.”

“Disiplin hükümleri liselere “kışla disiplini” getirmektedir: Ortaöğretim kurumları yönetmeliğinin disiplin cezaları ile ilgili düzenlemeler, demokratik kuralların olduğu bir ülkede olmaması gereken bir içerikte düzenlenmiştir.

Bir önceki yönetmelikte yer alan bütün yasak ve cezalandırma yöntemleri ağırlaştırılarak korunmuş, ortaöğretim kurumlarında mevcut kışla disiplini korunarak ve ağırlaştırılarak sürdürülmesine karar verilmiştir.

Öğrencilerin sorunlarına sahip çıkmasına, örgütlenmesine ve okul içinde basın açıklaması yapmasına bile yasak getirildi. Bu ağır cezalar veren disiplin hükümleri her bir öğrencinin kışla disiplini içinde “tek tip” yetiştirilmesini temel alan bir anlayıştır. Eğitim ve bilimin evrensel değerleri ile ne kadar uyuşabilir?

MEB, hazırlamış olduğu yeni Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği ile okullarda sağlıklı bireylerden çok tek tipleştirilmiş ve sisteme itaat edecek bireyler  hedeflenmiştir.

Toplumu tek tipleştirmeyi amaçlayan  zihniyetin eğitim anlayışının, her yönden sağlıksız nesiller yetiştirmesi kaçınılmazdır.

Eğitimin temel sorunları hala çözüm beklemektedir:

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay`ın kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulaması ile ilgili herhangi bir somut adım atılmamıştır.

AKP iktidarı döneminde laikliğe ve laik eğitime karşı amansız bir mücadele yürütülüyor. Demokratik, bilimsel, laik ve anadilinde eğitim mücadelesi her fırsatta şiddet ve cezalandırma yöntemleri ile bastırılmaya çalışılıyor. 

Eğitim biliminin en temel ilkesi olan bireylerin kendi anadillerinde eğitim görme hakkı önündeki engeller sürmektedir.

Anadilinde eğitim talep eden kesimler önce polis şiddetiyle karşı karşıya kalmakta sonrasında yargı kıskacına alınmaktadır. Çok sayıda üniversite öğrencisi anadilinde eğitim hakkını savunduğu için tutuklanmıştır.  

Ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı 300 bini aşmıştır. Yeni açılan eğitim fakülteleri ile birlikte birkaç yıl içinde bu sayının iki katına çıkması kaçınılmazdır.

Bugüne kadar ataması yapılmadığı gerekçesiyle 30`un üzerinde işsiz öğretmen intihar etmiştir. 

Seçmeli Ders Baskısı Sürecek:

Geçtiğimiz yıl (2012-2013), seçmeli Kuran-ı Kerim ve Hz Muhammed’in Hayatı dersleri fiilen zorunlu hale getirilmiştir. Bu dersleri seçmeyen öğrenciler dolaylı veya dolaysız psikolojik baskı altına alındı.  

Milli Eğitim Bakanlığı her ne kadar bu derslerin seçmeli olduğunu iddia etse de atadıkları arkaik kafa yapısına sahip okul idarecileri ve kadroların baskısıyla özellikle taşrada söz konusu derslerin bu yıl da “zorunlu seçmeli” hale gelmesi kaçınılmaz olacak. 

Önceki iktidarlar da “eğitim bakanlığı” üzerinden kendi eğitim politikalarını uygulamaya ve dayatmaya çalışmışlardı. Eğitim bakanlığı iktidarlar için önemlidir.

Hatırlar mısınız? Anasol (1999-2002)  koalisyonunda en çok MEB üzerinde tartışma çıkmıştı.

Tarihte sayısız örneğini bulabiliriz. Yapılan dayatmalar tuttu ya da tutmadı bunlar tartışılır. Ancak kendi nesillerini oluşturma çabası topluma ve ülkeye telafisi mümkün olmayan emek ve zaman kayıplarına yol açıyor.

salihyazar@gmail.com