salihyazar @ ybhaber.com

İnsanları Bidat (Sonradan Uydurulan) Konusunda En Çok Yanlışa Düşüren Yanılgılar:

 Birinci Yanılgı: Din adına yaparken ‘Kuran okuyor, namaz kılıyor, dua ediyorum, kötü bir şey yapmıyorum’ yanılgısıdır. ‘Yaparsam ne olur, ne kaybederim?’ savunmasıyla cahil cesur tavrıyla hareket edilmesidir. Bidat zaten kötü niyetle dinden uzaklaşmak, göze çirkin gelen amellerle yapılmaz. 
 

İkinci Yanılgı: Bidat-ı hasene (güzel bidat) yanılgısıdır. Delil aldıkları ise; Hz. Ömer, Ubey b. Ka'b'in, (r.a.) sekiz rekât olan teravih namazını yirmi rekât olarak kıldığını ve Rasûlullah  döneminde münferiden kılınan bu namazın cemaat halinde kılındığını gördüğünde: "Bu ne güzel bid’at. demiştir. (Muhammed Revvâs Kal'acî, Mevsüatu Fıkhı Umar b. e!Hattâb, Kuveyt 1984, s. 125). 

 

Âlimlerin çoğunluğuna göre ‘bidat-i hassene’ kapsamına soktukları şeyler aslında bidat değildir. Onlara bidat ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur’an ve Sünnette dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz. Resulullah, şu hadislerinde bidatin tarifini yapmışlardır: "Sonradan ortaya çıkan her şey bidattir; her bidat sapıklıktır ve her sapıklık insanı ateşe sürükler. "(Müslim, Cumua, 43; Ebû Davud, Sünnet 5; Nesâî, lydeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7). 
 

Resulullah ayrıca şöyle buyurmuştur : “Sünnetime ve benden sonra Raşit halifelerin sünnetine sımsıkı sarılın”. ( Tirmizî, İlim, 16; Ebu Dâvud, Sünne, 5; İbn Mâce, Mukaddime, 6) Resulullahın teravih namazı kıldığı sahih hadislerle sabittir. Yani sonradan ortaya çıkmamıştır. 

 

Resulullah Ramazanda mescitte gece bir namaz kıldı. Sahabenin çoğu da onunla birlikte o namazı kıldı. İkinci gece yine aynı namazı kıldı. Bu kez O'na tabi olarak aynı namazı kılan cemaat daha fazla oldu. Üçüncü gece Hz. Muhammed mescide gitmedi. Orayı dolduran cemaat onu bekledi. Resulullah ancak sabah olunca mescide çıktı ve cemaate şöyle buyurdu:


‘Sizin cemaatle teravih namazını kılmaya ne kadar arzulu olduğunuzu görüyorum. Benim çıkıp, size namazı kıldırmama engel olan bir husus da yoktu. Ancak ben size, teravih namazının farz olmasından korktuğum için çıkmadım’ (Buharî, Teheccud, 57).
 

Ebû Hureyre’nin naklettiği bir başka hadiste de Resûlullahın Ramazan ayında, ashaptan bir grubu, Ubey b. Kab (r.a)'ın arkasında cemaatle namaz kılarken gördü  ‘Doğru yapıyorlar, yaptıkları şey ne güzeldir.’ diyerek tasvip ettikleri haber verilmiştir ( Ebû Dâvud, İkâmetu's-Salâ,190)

 

İmam Ebû Hanife'ye Hz. Ömer (r.a)'ın bu hususta yaptığı uygulama sorulunca, şöyle demiştir: Teravih namazı hiç şüphesiz müekked bir sünnettir. Hz. Ömer, bu namazın cemaatle ve yirmi rekât kılınmasını şahsi bir ictihadı ile yapmadığı gibi, bir bidat olarak da emretmemiştir. O, kendisinin bildiği şer'î bir esasa ve Hz. Muhammed 'in bir vasiyetine dayanarak böyle yapmıştır (et-Tahtavî, Haşiye, 334).

İmam-ı Rabbani, Mektubat isimli eserinde: ‘Bidatin hasenesi olmaz. Hepsi mezmundur (anlamlı).’ dedikten sonra güzel bir misal verir. “Ulemadan bazıları namazda niyet için kalben dileyerek dille söylemeyi bidatı hasene diye anlatmışlardır. Oysa Efendimizden, ashabı kiramdan, tabiini izamdan niyetin dille yapıldığına dair hiçbir şey anlatılmadığı gibi bu manada sahih ve zayıf bir rivayet dahi yoktur. O kadar ki, onlar ayağa kalkar kalkmaz ilk tekbiri almışlardır. Bu durumda niyeti dille söylemek bidat olur. Bunun içinde bidatı hasene demişlerdir. Ama bu manada bu fakir (İmam Rabbani) der ki: Bu bidat sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Şundan ki; insanların pek çoğu bu durumda niyet işinde yalnız dille olanı ile yetinecekler ve kalplerini hazır edemeyeceklerdir. İşte o zaman namazın farzlarından biri olan kalple niyet, tamamen bırakılacak, namaz dahi fesada girecektir”(İmam Rabbani- 186.mektup) 

Şunu da tekrar vurgulayalım ki, Peygamberimiz “ Her bidat dalalettir. (sapıklıktır)” şeklindeki bu genel geçer cümlesini, onu genellik niteliğinden soyutlayarak “Her bidat dalalet (sapıklık) değildir” şeklinde tersine döndürmek, normal bir yorumlama çabasından çok, Peygamber Efendimize karşı çıkmaktır. Buna hiç kimsenin ne yetkisi ve nede hakkı olmamalıdır.

Huzeyfe b. el-Yaman’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: ‘Allah bidat sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar. ‘ (İbn Mace, Mukaddime, 7/49). 
Bu ikaz karşısında Müslümanların dikkatli davranacakları ve bidatin ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır. Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulur: ‘Allah, bidat sahibinin amelini, bidatinden vazgeçinceye kadar kabul etmez.’ (İbn Mâce, Mukaddime, /50). 
Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir Müslüman korkar ve neyin bidat olup, neyin olmadığını araştırır.
Meselâ, Resûlullaha selam ve salât Allah'ın emridir. Ama Resûlullahı anmak için dini törenler yapmak ve mevlit okutmak kimin emridir? Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır. Ama ölüler için mevlit okutup, 40. ve 52. gibi geceleri tertip etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır? 

Türkiye’de tasavvufçuların ( özellikle Süleymancıların) bu gecelerde okuyup basarak dağıttıkları duaların, namazların, ibadetlerinse aslı yoktur. Zaten hadis diye verdiklerinin kaynaklarını da verememişlerdir.
Peygamberden rivayet edilen dualardan faziletli olmaları mümkün değildir. Çünkü O'ndan rivayet edilen duaların iki ecri vardır. Birincisi; sünnete uymaktan dolayı onu yerine getirenlerin alacakları ecir, ikincisi; duaları okurken alınacak ecir. Bizlerin daima nebevi sünnetleri ezberlemesi ve onlarla dua etmesi gerekir.
 

Bir insanın kalkıp istediği an yeni yeni ibadetler icat etmesi elbette olacak şey değildir. İnsanlara ibadet koymaya ve ibadetlerinin şeklini çizmeye tek layık olan Allah Teâla’dır.
‘Yoksa Allah'ın dinde izin vermediği bir şeyi onlara meşru kılacak ortakları mı vardır?’ ( Şura: 42/21)
Cenabı Allah’ın şu buyruğunu okuyalım:
‘Onlar; hahamlarını, rahiplerini Allah’tan başka rabler (olarak) edindiler. Meryem oğlu İsa’yı da (rab edindiler)... Oysa tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştuklarından yücedir.’ (Tevbe:31) Bu ayetle ilgili olarak sahabilerden Adiy b. Hatem Peygamberimize:
‘Ya Rasûlullah, onlar (Yahudi ve Hristiyanlar) hahamlarına ve rahiplerine tapmış değildiler ki’ deyince Resulullahdan  şu cevabı aldı: 
‘Evet, onlara tapmamışlardı, ama hahamlarla rahipler haramları helâl saydılar, onlar da onlara itaat ettiler. Yine onlar helâlleri haram saydılar, onlar da kendilerine itaat ettiler.’
Buna göre kim dinde Allah'ın izniyle bağdaşmayan yeni bir helâl, haram, müstehab veya farz ileri sürer, biri de ona itaat ederse, bu itaat eden kimse bu ayetteki kınamadan payını alır.

İbni Abbas (ra)’den : Resulullah  buyurdu ki : ‘Benim ümmetimden birtakım kimseler getirilip sol tarafa ayrılacaktır. Ben ‘Ey Rabbim! Bunlar benim ashabımdırlar, derim. Cenabı Allah bana: ‘Bunların senden sonra neler yaptıklarını bilmezsin der. Ben de Allah’ın salih kulu İsa’nın dediği gibi ‘Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözetliyordum. Sen, benim canımı alınca onları gözetleyen sen oldun. Her şeyin gözetleyicisi sensin. Onlar senin kullarındır. İstersen âzab edersin, istersen bağışlarsın. Zira izzet ve hikmet sahibi sensin (Maide:117) derim. Cenabı Hak ‘Sen onlardan ayrıldığın gün, onlar gerisin geri döndüler.’ buyurur. Bir rivayette Peygamber, ‘Benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar, ziyadesi vardır.’ dediği söylenir.(Buhari-Müslim) (Hayatüs Sahabe-4)

Kaynaklar: 1-Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi. Kandil Maddesi C: 24. S: 299-301)

salihyazar@ybhaber.com