salihyazar @ ybhaber.com

 

Yeryüzünde var olan  Semavi dinlerin tamamı yaşanılan doğru ve yanlışlar sonucu kendi terminolojisini oluşturmuştur. Bu oluşum statik değildir bugünde devam etmektedir. Terminolojilerinde var olan, sonradan ortaya çıkan olay, olgu ve kavramların arka planında yaşanmış ve yaşatılmış birçok dramatik hikâye vardır.

Yaşanılanların çoğu dinin özünde yoktur. Sonradan insanın içine soktuğu, insana dayatılan dayanaksız uygulamalardır. Toplum, dayatılanları kanıksadıkça, ortaya kimsenin dokunmaya cesaret edemediği, başlarına kutsal hale yerleştirilen abartılı din yaşamı ortaya çıktı.

Abartılı bir din kurgusunun dayattığı ritüelleri yerine getirmek için günlük hayatımızı dahi yaşayamaz hale geliyoruz.

Kandiller uygulanan din istismarı sonucu ortaya çıkan uygulamaların başında geliyor. Üç dört yazıda sizlere bu konuyla ilgili nereden nereye gelindiğini anlatmaya çalışacağım.

Kandil'in Lügat manası; Bir sıvı yağ haznesiyle fitilden oluşan basit bir aydınlatma aletidir.
Kandil, Latince ‘aydınlatıcı; mum, lamba’ anlamındaki ‘candela’ kelimesinden Arapçalaşan ‘kındîl'in, Türkçeye geçmiş şeklidir. 

Selçuklularla Osmanlıların daha çok Farsça ‘çerâğ’,Arapların ise ‘sirâc’ ve ‘misfaâhk’  olarak kutladığı bu gecelere kandil geceleri denilmiştir.

Mevlit Kandili kutlamalarını ilk defa ihdas eden kişi olarak; Erbil Atabeği Muzafferüddin Kökböri kabul edilir. Bu kişi, Hicri: 629/Miladi;1232 yılında vefat etmiştir. (Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi. Kandil Maddesi C: 24. S: 299-301) 

Mevlit kandili,  Hz. Peygamber'in doğum yıldönümü münasebetiyle 1232 yılından itibaren kutlanmaya başlamıştır.
 

İbni Hacer gibi bazı fakihler, mevlit münasebetiyle yapılan eğlencelere ve israf olduğu gerekçesiyle, çok sayıda kandil yakılmasına karşı çıkmıştır.

Süyûtî, mevlit gecelerinde toplu halde Kur'an okunmasını ve Resulü Ekrem'e dair sohbetlerin ardından yemek ikram edilmesini bidat-ı hasene olarak görmektedir. 

Türkiye’de her sene “dinin kesin bir emri, fıkhi bir vecibeymiş” gibi kutlanılan özel gecelerin  İslam’ın iki ana kaynağı; Kur’an ve sünnet tarafından kutsal ilan edilmedikleri bir gerçektir. 
 

Kandil geceleri; Mevlit, Regaip, Miraç, Beraat ve Kadir Gecesidir. Kadir gecesi haricinde ne Kur’an-ı Kerim’de ne hadis-i şeriflerde sahih bir bilgi vardır. 
 

Bu gecelere Kandil denmesinin sebebi Osmanlı padişahı İkinci Selim (1566-1574) zamanında başlayarak, minarelerde kandiller yakılarak duyurulup kutlandığı için kandil olarak anılmaya başlamıştır.(Nebi Bozkurt, “Kandil”; Halit Ünal , Berat Gecesi maddesi. Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, c. 24, s. 300)
 

Hicretten üç yüz yıl sonra ilk kez Mısır'da, , Mısır Çerkez hükümdarlarından biri ve Mısır Fâtimîleri döneminde mevlit okunduğu söylenir.

Hicretten dört yüz yıl sonra da Kudüs'te Miraç, Regaip ve Berat geceleri kutlanmaya, bu geceler camilerde toplu biçimde yapılan ibadetlerle geçirilmeye başlandı. Daha sonra bu kutlamalar İslam dünyasının bazı bölgelerine yayılarak gelenekleşti.
 

Bizden önceki din mensupları da ya kasıtlı veya iyi niyetle tam da bu şekilde dinlerini değiştirmişlerdi. Bazı âlimlerin muhtemelen iyi niyetle zamanlarına ait bir maslahat gözeterek,  yeterince tahkik etmeden adına kandil geceleri denen gün ve gecelerle ilgili söyledikleri muhakkik âlimler tarafından eleştirilmiştir. Mesela İmam Gazali’nin “İhyau Ulûmu’d-Dîn” adlı eserine aldığı rivayet ve nakiller bu türdendir. Gazali’nin ‘Bu gece her rekâtta Fatiha’dan sonra 11 İhlas okunmak suretiyle kılınacak yüz rekât veya her rekâtında Fatiha’dan sonra 100 İhlas okunan 10 rekat namazın çok sevap olduğuna dair naklettiği rivayet’ ( İhya, I, 555 vd.) Zeynuddin el Iraki ve İmam Nevevi gibi âlimler tarafından uydurma olarak nitelendirilmiştir. 
 

Mevzu hadisler konusunda çalışması olan Aliyyu’l-Kari de, bu rivayetin uydurma olduğunu belirttikten sonra, Berat Gecesi namazının miladi 1010 (H. 400) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını söylemektedir. 
 

Araştırmalar, kandil gecelerinin sonraki dönemlerde ihdas edildiğini ortaya koyuyor. Miladi dokuzuncu  (Hicri 3.Y.Y.). yüz yılda yaşayan Fakihi, Mekke’de halkın Berat Gecesi’ni Mescidi Haram’ da namaz kılmak, Kâbe’yi tavaf etmek ve Kur’an okumak suretiyle ihya ettiğini söyler. XI. yüzyıldan itibaren Şam’da Emeviler Camii’nde Berat Gecesi’nde kandiller yakılmış, bidat nitelendirilmesine rağmen bu âdet devam ettirilmiştir. 

İbn Kesir, “Halka Berat Gecesi’nde ilk tatlı dağıtan kişi Selçuklu veziri Fahrulmülk’tür.” der. 
 

Dinde sonradan ortaya çıkan ve hakkında herhangi bir delil bulunmayan bu gibi durumlar hakkında Allah Resulü şöyle buyurmuştur: ‘İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenler ve ortaya çıkarılanlardır.’ (Müslim, Cuma, 43.) ‘Sonradan ihdas edilen her şey bidattir.’ (Nesâi, Îdeyn, 22; İbn Mâce, Mukaddime, 7) ‘Her bidat dalalettir, her dalalet de ateştedir.’ (Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet, 6)

Bidat; Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyip onunla amel edilmeyen, hatta bir benzeri olmayan ve İslâm'dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olarak ibadet kabul edilen görüş ve amellerdir. Sünnete aykırı davranışların adet haline getirilmesidir. 
 

İmam-ı Ahmed'in ve başka âlimlerin mekruh gördükleri  adet haline getirilmiş bu toplantıları, sahabilerden İbn-i Mesud'un da aynı şekilde değerlendirdiğini şu olaydan öğreniyoruz. Bildirildiğine göre bir ara, İbn-i Mesud'un dostları kararlaştırdıkları bir yerde toplanıp zikretmeyi adet edinmişlerdi. Bunu öğrenen İbn-i Mesud bir defasında toplantı halinde üzerlerine vararak kendilerini: ‘Ey dostlarım, siz Muhammed'inkinden daha doğru bir yolda mısınız, yoksa sapık bir yola mı düştünüz ?’ diye paylamıştır. (Darımi Sünen, görüşe bağlanmanın keraheti, c. 1, s. 681. Haberin sözleri şöyle: “Canımı elinde tutana yemin olsun ki, kuşkusuz siz Muhammed'in milletini ilettiği doğru yolda mısınız, yoksa sapık bir yola kapı mı aralıyorsunuz?)

Periyodik vakitlere bağlı olarak tekrarlanıp, sünnet ve dönüşüm (mevsim) niteliği kazanmış meşru ibadetlerin, kullar için yeterli olacak kadarını bizzat Allah belirleyip ortaya koyarak, meşru kılmıştır. Bunların dışında bir takım cemaatli toplantılar ortaya konup adet haline getirilince bu durum Allah'ın belirleyip ortaya koyduğu cemaatli ibadetlere özenmek olur. Bu tutumun yıkım ve bozulmalara yol açacağını bilmemek safdillik olur. Yalnız kişilerin tek başlarına yapacakları aynı nitelikteki nafile ibadetleri ile bazı gurupların bu amaçlarla ara sıra düzenleyecekleri toplantılar bu hükmün dışındadır.
 

Yine aynı endişeden hareket eden Hz. Ömer, altında ‘Rıdvan’ biatinin gerçekleştiği sanılan ve bu yüzden Müslümanlar arasında adeta tabulaştırılarak sanki Mescidi Haram ve Mescidi Nebeviymiş gibi yanı başında namaz kılınmaya başlanan bir ağacı kökten çıkarttırmış. Yine vaktiyle Peygamberimizin namaz kıldığı bir yeri Müslümanların genel bir itikâf yeri edindiklerini görünce, böyle yapanları ‘Peygamberimizin hatıralarını barındıran yerleri mescit mi edinmek istiyorsunuz?’ diyerek azarlamıştır.
 

Tek başına veya cuma namazlarına, bayram namazlarına ve beş vakit namazlara benzeyecek şekilde, periyodik olarak tekrarlanmamak şartıyla rastgele bir araya gelmiş cemaatler halinde nafile namazlar kılmak şeriata uygundur. Tek tek ve topluluk halinde nafile olarak Kur'an okumak, zikretmek ve dua etmek de böyledir. Nafile olarak bazı ziyaret yerlerini gezip görmek de hep bu ana kuralın kapsamına girer. Bütün ibadet ve hareketlerde,  az sayıda ve gösterişsiz olan ile sık sık ve gösterişli olan arasında ve adet haline getirilen ile adet haline getirilmeyen arasında fark gözetilmelidir.
Bu arada türü bakımından şeriata uygun olan, fakat sanki bir farzmış gibi devamlı bir adet haline getirilmesi bidat olan ve müstahab veya mekruh sayılması adaklık hükümleri ile uygulama şartnamesine bağlı olan vasiyet ve vakıf gibi ibadetler aynı kategoriye girer. 

Kaynaklar: 1-Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi. Kandil Maddesi C: 24. S: 299-301)

salihyazar@ybhaber.com