deniz-ozd36 @ hotmail.com

Kürtler bugün yaşadıkları bölge olan Mezopotamya'nın en eski halklarındandır. İslam ile şereflenmeden önce en yaygın dinleri Mecusilik ve Hristiyanlıktır. Yaşadıkları bölge kısmen Farsların kısmen de Bizanslıların elindedir. Uzun dönem bu iki gücün arasında kalan Kürtler, toplu olarak taraf seçmemiştir. İleride değinileceği gibi Kürtlerde köklü olan 'Aşiret Geleneği' toplu hareket etmelerine engel olmuştur. İslam ile erken dönemde tanışmaları; Ömer radıyallahu anh döneminde bugünkü İran'a yapılan fetih hareketleri esnasında gerçekleşmiştir. Sa'd bin Ebi Vakkas radıyallahu anh komutasında bölgede ilerleyen sahabe, kavim olarak Kürtlerden ciddi bir dirençle karşılaşmadı. Ancak Bizans ve Sasanilere bağlı yerlerde bu ordular içinde Kürtler vardı. Kadisiye savaşı diye bilinen bu fetih, Kürtlerin sahabe aracılığıyla İslam ile şereflenmesine sebep oldu. İlk etapta tedrici şekilde İslam'a giren Kürtler özellikle İyad b. Ğanem'in radıyallahu anh Diyarbakır'ı (Amed) fethetmesiyle fevc fevc İslam'a dâhil oldular.

Fetih hareketlerinin uzun sürmesi sahabenin bölgede uzun süre kalmasına sebep olmuştu. Bu, Kürtlerin İslam'ı ilk nesilden öğrenmesini sağladı. Gerek Sasani (İrani) gerekse Bizans'ın toplumda bıraktıkları cahiliye etkileri kısa sürede atıldı (637-645).  

 Kürtler tarihte varlıklarını beylikler üzerinden devam ettirdiler. İslam topraklarını farklı yerlerinde birçok beylik kurdular. Hezbaniler, Mervaniler, Hasnaviler, Şeddadiler ve Eyyubiler…

İslam âlemi onları Eyyubiler döneminde hakkıyla tanıdı. Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü haçlılardan, Mısır'ı Fatimiler'den temizlemesi, Haçlılar karşısında yenilgi psikolojisine kapılan Müslümanlara hayat olmuştu. Selahaddin Eyyubi az asker, maddi imkansızlık, uzun bir süreç sonrasında zafere muvaffak olmuştur. 

Osmanlı zamanı

Eyyubiler'den sonra birçok beylik kuruldu. Kürtler bu dönemde (1200-1500 yılları), cihad yönünde zayıflamış olsalar da ilmi yönlerini korudular. Kürdistan bölgesi, dünyanın birçok yerinden öğrenci ağırladı. İslam ümmetinin önemli merkezlerinde Kürt âlimler kadı oldular.

Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgeler 14. yüzyılda Farslılar ile Osmanlı arasında sorunlu bölgedir. Sıcak ya da soğuk her daim savaş halinde olan bu iki ülkenin arasında Kürtler vardır. Farslılar şiiliğin, Osmanlı sünniliğin öncülüğünü  yapıyordu. Kürtler bir dönem Safevilerle (Fars) anlaştı, ancak bu uzun sürmedi. Gerek yapılan Şii propagandası, gerek atanan yöneticilerin Kürt bölgesine müdahale etmesi Kürtleri rahatsız etti.

Yüzyıllar içerisinde oluşan ilmi havza onları şii propagandalarına direnç göstermesine sebep oldu. Kürtler, toplum olarak içişlerine karışılmasından hoşlanmazlardı. Yabancı yöneticilerin bunu bilmemesi, Beyleri rahatsız etmişti. Âlimler ve Beylerin bu rahatsızlığı halka da yansıdı. 

Rahatsızlıklarını dillendirmek için Şah İsmail'e gitseler de, sonuç alamadıkları gibi elçiler de zindana atıldı. 

Kürt Âlim ve Beyler'i çözümü Osmanlı'ya iltica etmekte buldular. Dönemin meşhur Kürt âlimlerinden Bitlîsî sarayda resmi görevdeydi. Bu iltica kabul gördü. 1515 yılında Kürtler Osmanlı tebası olur, içişlerinde kendi beylerince yönetilecek Kürtler, dışişlerinde Osmanlı'ya bağımlıdır. 

Bu ilişki yüz yıl kadar devam eder. Bu dönemde yaşanan iki olay Osmanlı ile Kürtlerin arasını açar.

1639 Kasr-ı Şirin anlaşması: Bu anlaşmayla Osmanlı'nın Kürtlere ihtiyacı kalmamıştı. Düşmanla antlaşma yapınca Kürtlere karşı tutumu sertleşti. Eski ilgiyi görmeyen Kürtler Osmanlı'ya olan güvenlerini kaybetmeye başladılar.

Osmanlı da başlayan batılılaşma hareketi: 1700'lü yıllar Osmanlı'nın batı hayranlığının başladığı yıllardır. Avrupa'yı gezenler orada gördüklerini anlatıyor, hayranlık oluşmasına sebep oluyorlardı. Önce saraya Avrupai eğlence hayatı girmiş, bunu taklit takip etmişti. Osmanlı ilerlemiyordu, ekonomik ve askeri anlamda geriliyordu. Ancak özüne dönmek yerine yönünü batıya çevirmesi felaketi olmuştu. Özellikle eğitimin batılılaşması, Osmanlı'nın çöküş sürecini hızlandırdı. Artık batılı hocalar, batılı dadılar yöneticileri yetiştiriyordu. Her gelen bir öncekinden daha Avrupai yaşamaya gayret ediyordu. Bu durum İslami yaşama önem veren, şer'i hayatı önceleyen Kürtler için olumsuzdu. Osmanlı'ya siyasi anlamda zedelenen güvenleri, dini anlamda da zedelenmeye başladı.

Osmanlı'nın sınır güvencesi olan Kürt bölgesi, İslam bölgesine dönmüştü. Bu dönem birçok ayaklanma ve isyana sahne oldu. Bunlardan kimi siyasi olsa da İslami kıyam mahiyetinde üç büyük hareket oldu. Üç hareketin ortak yanı şeriatın hayattan yavaş yavaş çıkarılması ve batılı hayat tarzına itirazdı. 

Bunlardan ikisinin günümüz Kürt siyasetinde etki bırakması nedeniyle inceleyeceğiz.

Molla Selim'in başlattığı Bitlis Kıyamı (1913-1914)

İttihatçıların batılı politikalarına karşı başlatılan ve geniş katılımı olan bir cihad hareketiydi. İttihatçılar henüz gerçek amaçlarını açıklamamıştı. Hürriyet ve özgürlük adı altında padişahın bazı uygulamalarına karşı çıkıyorlardı. İlginç olan dönemin ilim adamları da bunlara destek veriyordu. Said Nursi de bunlardandı. Hatta Molla Selim'i hürriyeti anlamamakla eleştirmiş ve itham etmişti. Ne var ki zaman Molla Selimleri haklı çıkarmıştı. İttihatçıların hürriyet dedikleri padişah üzerinden İslam'a saldırmak, can çekişen İslami değerleri sonlandırmak ve tam batılılaşmayı sağlamaktı.

Kıyam şiddetle bastırılmış, o güne kadar hiç görülmemiş uygulamalar yapılmıştı. Âlimler atların kuyruğuna bağlanıp halkın arasında gezdirilmiş, idam edilmişti.

Kıyam istenilen neticeye ulaşamamıştı, fakat başarılı olmuştu. Özellikle Şeyh Said kıyamına zemin hazırlaması, ittihatçıların İslam düşmanlığının açığa çıkması, bu başarılardandır.

Şeyh Said Kıyamı (1925)

Cumhuriyet kurulmuş, İslam anayasası yürürlükten kaldırılmıştır. İttihat ve terakki mensupları yönetimi tam anlamı ile ele geçirmişti.

İslam düşmanlığı her geçen gün artıyor, Müslümanlar baskı görüyordu. Doğuya gelen haberler Şeyh Said'i düşündürüyordu. Toplum münkere teslim olmuştu, düzen tağutlaşmıştı. Gazeteler de İslami değerlere açıktan saldırılıyordu. Şeyh bu mesuliyet duygusuyla bölge âlimlerini ve kanaat önderlerini ziyaret etmeye başladı. Bu hale teslim olmamalı, çözüm geliştirmek istiyorlardı. Şeyh organize bir cihad hareketinden yanaydı ama bu tek başına karar verilebilecek bir durum değildi. Şeyh, bölgeyi gezerken destek görmüş ve âlimlerin birçoğundan onay almıştı. 

Ancak kıyam, hazırlık aşamasında başlamak durumunda kaldı. Şeyh bir düğüne davetliyken asker baskın düzenlemişti. Asker kaçağı birkaç kişiyi almak istiyordu, Şeyh veremeyeceklerini söyleyince silahlar patlamış, kıyam başlamıştı. 

Şeyh komutanları atamış, çevre illere haber etmiş, kendisi Diyarbakır komutanlığını üstlenmişti. Birçok yer Şeyhin eline geçmişti. Ancak Diyarbakır kuşatması uzamış, erzak ve cephane tükeniyor sistem sürekli asker sevkiyatı yaparak üstünlüğü ele geçiriyordu.

Dünya tek vücut olmuştu kıyama karşı. Fransa kendi kontrolünde olan demiryolunu yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetine açmıştı. Batı onlarca uçak satmıştı. İçerdeki aşiret ağalarına yüksek vaatlerde bulunulmuş, destekleri engellenmişti.

Demiryolu aracılığı ile ciddi sayıda asker ve mühimmat nakledildi bölgeye. Bu, hem cihadın yayılmasını önlemiş hem de bir anlamda mücahidlerin kuşatılmasını sağlamıştı. Uçaklarla bomba yağdırılmış, halk sindirilmişti. Türkiye Cumhuriyetin askerleri Şeyh Said yanlıların kıyafeti ile halka ait yerleri yağmalamış, kara bir propaganda başlamıştı. 

Şeyh'in bacanağı Binbaşı Kasım haindi. Şeyh'in kaçarken yakalanmasını sağlamış, kıyam sona ermişti.

Şeyh ve arkadaşları istiklal mahkemelerinde yargılanmış idam edilmek suretiyle (inşallah) şehid edilmişlerdi.

Cumhuriyetten sonra

Osmanlı kimliğiyle sorunsuz yaşayan birçok millet sıkıntı yaşamaya başlamıştı. Yeni kurulun düzen Türkçülük üstünden başka kimlik kabul etmiyor, her zaman Türkçülüğü ön plana

çıkartıyordu. Köylere yapılan baskınlar ile köyler yakılmış masun insanlar öldürülmüş, bu hain baskılar yüzünde Doğuda bulunan insanlar başka gruplara sığınmak zorunda kalmıştır.

Bu baskıların en büyük muhatabı   Kürtler olmuştur.  Irkları, dilleri ve kültürleri yok sayıldı.  Kürt halkı göçe zorlanmış, bölgede kalanlar yoksulluk, işsizlikle mücadele etmeye başlamıştır. 

Devlet dışı çözüm arayışlarınsa zorlanan halk 12 Eylül 1983 askeri darbesi ile PKK hareketi iyice büyüdü ve İslam düşmanlığını yayılmış oldu. Devletin özelde Diyarbakır cezaevi, genelde tüm bölgede başlattığı işkence ve zulüm, halkı PKK'ya itti. Artık İslam'dan uzaklaşma devresi başlamış oldu!

Bundan sonrasındaki süreçte Kürtler bölünmeye müsait toplumlar olmuştur. Bugün dünyada 40 milyon olduğu düşünülen Kürtler, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunda ve İran, Irak, Suriye'nin Türkiye sınırında yaşıyorlar. Az bir nüfus Kafkasya, Gürcistan ve Ermenistan topraklarında yaşıyor.

O zamanda devletin yaptığı zorbası politikalardan dolayı  bölgede fiili savaşın devam etmesi ticari olarak imkânları bitirmiştir. Yakılan köyler, öldürülen hayvanlar, mayınlı tarlalar halkı hayvancılık ve ziraat yerine kaçakçılığa yönlendirmiştir.

Uludere olayına sebep olan kaçakçılık ve sınır ticareti bu politikaların  sonucudur. Başlangıçta hayatın devamı, akrabalarla bir araya gelmek için yapılan sınır geçmeler, zamanla ticarete dönüşmüştür.

Şuan gelinen süreç

AKP’ iktidarın çözüm süreci ve söylemleriyle bölge insanı umutlandırdı. Yüz yıllık aradan sonra  Kürt sorununun kabul etti sıcak mesajlar vererek olayları başka bir boyuta çekti. Bu başlatılan değişikler ile insanların hiç alışık olmadığı bir yörüngeye çekti ve akabinde araya pek zaman girmeden başlatılan bu süreç  başarısızlıkla sonuçlandı. Bu sonuçlar ise PKK’nın siyasi kanadı olan HDP’nin hızla oy kazanmasıyla beraber CHP ile  birleşmesiyle sonuçlandı. Kürt sorunun ortaya çıkmasının tek suçlusu olan  CHP zihniyetin sebebi olup ve şuanda HDP ile birleşmesi bir o kadar garip olan ayrıntılara girmeden AKP’nin bu birleşmeyi görmesiyle ve yapılan seçimlerde oy kaybetmesiyle beraber MHP gibi ırkçı zihniyetleri oylarını almak için başlattığı süreci sonlandırmak zorunda kaldı, sistem kendine yakışanı yaptı, bunun tersi de mucize olurdu zaten.

 AKP iktidarın  PKK'yı muhatap almakla, onu Kürt halkının meşru temsilcisi kabul etmesi büyük hata yapmış oldu.  

PKK 30 yıllık savaş sürecinde birçok ülke ile ilişki kurdu, onların kuklası oldu, onlardan destek aldı. Kürt halkın kurtarıcısı gibi gösterilen PKK Kürt halkına karşı o sevgiyi göstermedi, kendi siyasi çıkarları için insanları kullandı, çünkü biliyordu ki bu savaş biterse kendileri de biteceğini, onun için  bu savaşın bitmesini hiç istemediler, hatta durmadan körüklediler. 

Kendi tarihini bilmeyen insanlar PKK ’nın kucağına atılmaktan kaçınamazlar. Ortalıkta  dönen olayları objektif bir gözlük ile bakamazlar. Tarihin sağlam kaynaklardan okunması kaçınılmazdır, aksi takdirde düşünme melekemizi kaybedip olayları başka gözlükle bakarız. 

Ortada olan haksızlıkları sadece kendileri yalnız  karşı çıktığını diye anlaşılmamalı. Bu tür yolların arayışı, aynı zamanda yaratılışımızın sebebini de  anlayarak bu Allah c.c nın da rızasını kazanarak yapmalı. 

Mevcut sistem ve iktidarların bulundukları ortam gereği bu ırkçılık düşüncesini çözmesi imkansızdır. Her ne kadar ileriki zamanda çözülmüş olarak gösterilse de, her zaman ortalığa sürülecek bir zehir olarak raflara kaldırılıp, ihtiyaçları olunca  piyasaya sürülecektir. 

Şuan ki gelinen süreçte ise belediyelere kayyum atılmasının sebebi terörü bitirmek değil, siyasi rant sağlamaktır. Terörü bitirmek istiyorsan PKK’ya destek veren Amerika ile dostluk mesajların verilmesinin önüne geçilmesi lazımdır. Aksi taktirde siyasi gücünü korumak için MHP’yi razı etmekten öte bir yere varılmaz. 

İslam sistemi olmadığı sürece  ve sağlam bir teslimiyet olunmadığınca hiç bir sorunun üstünden gelinmeyecektir.

Ebu Hüreyre’den nakledildiğine göre Peygamberimiz (asv) şöyle buyurdu:

“Size iki şey bırakıyorum. (Bunlara tutunursanız) asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi (kıyamette) havza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir.”(Hâkim,1/93).

Bu yazıyı yazmanın sebebi tarihi sağlam kaynaklardan okumak ve bazı kesimlerce kulağa hoş gelen sloganlar ile insanların içindeki duygusallıktan kaynaklanan dışa vurulan tepkilerin gasp edilmesidir. Kulağa hoş gelen ve içini açtın mı canavarlaşan düşüncelere mesafe koymak gereklidir.

 

 

Not: Bu makaleninin yazılmsında Tevhid Dergisinin bir bölünden istifade edilmiştir.